Makaleler

2023 ve Emperyalizmin Hedefindeki Kürdistan Üzerine

Neredeyse 200 yıllık kapitalizmin tarihi; savaşlar, emeğin dizginsizce sömürüsü ve ülke sınırlarının yeniden çizimini içeren pazar paylaşımları ile geçimiştir. Binlerce yıllık sınıf mücadelesi tarihi içerisinde; hiç abartısız biçimde; pazar savaşlarının bu kadar yoğunluklu yaşandığı bir çağ daha yoktur.

Bugün Kürdistan üzerine bir tartışma yürüteceksek eğer; bunu da, bu pazar paylaşımı sürecinden, emperyalizmin son yüzyılda ortadoğu üzerinde estirdiği rüzgardan bağımsız tartışamayacağımızı bilmemiz gerekmektedir. Zira bugün ortadoğuda dönen tüm oyunlar; emperyalizmin derinleşen krizinden bağımsız değildir. Kürdistan ise, özellikle Kürt Ulusal Hareketi’nin varlığı ve son 30 yılda yürüttüğü mücadele ile tüm bu denklemde merkezi önemde bir pozisyona sahiptir. Bu nedenledir ki; Kürdistan’ın alacağı biçim ve emperyalizmin buradaki payı, özellikle sahip olduğu petrol rezervleri ve pazar potansiyeli açısından önemlidir.

Zira bugün emperyalizm ciddi bir kriz halindedir. Özellikle TC’nin efendiliğini yapan ve geçtiğimiz yüzyılın ön planda ekonomisi olan ABD emperyalizmi kaybettiği pazarlar ile bir gerileme halinde olup yaşadığı krize dair devreye kurtarma paketleri sokmaktadır. Ekonomik gerilemenin ve pazar kaybının yarattığı açığı ise savaş ekonomisi ile kapatma derdine düşmüş durumdadır.

Diğer yandan ise Çin emperyalizmi dünyanın yükselen yıldızı konumunda olup; hem Güney Asya’da, hem Güney Amerika’da hem de Afrika’da ciddi pazar alanlarına açılarak, ekonomik bir gelişim yaratmıştır. Özellikle Afrika’da 2012 yılında 166 milyar dolara varan bir yatırım hacmi ile; kıtadaki en hakim ülke konumundadır.

Özellikle Ortadoğu’da yaşanan son süreç ve emperyalistler eliyle geliştirilen politikalar, bu somut gelişmelerden bağımsız varolmamaktadır. “Arap Baharı” adıyla anılan süreç ve emperyalizmin ortaya çıkan iktidarlarla kurduğu ilişki, yine AKP üzerinden işleyen BOP süreci, ABD’li emperyalistlerin elindeki ortadoğu pazarını koruma ve yeniden dizayn ederek, özellikle İran ve Suriye üzerinden Rusya-Çin emperyalizminin etkisini kırma hamlesi olarak varolmaktadır.

Böylesi bir süreçte, hem TC’nin hareket alanı açısından, hem de ABD’nin girmeye çalıştığı Irak-Suriye-İran denklemindeki pozisyonu itibari ile Kürt Ulusal Hareketi, denklemin merkezi tartışmalarından birisidir. PKK ile yapılacak bir uzlaşı veya alacağı biçim, emperyalizmin hareket alanı açısından kiritik bir bir noktadadır ve son AKP kongresinde başbakan Erdoğan’ın ifşa ettiği “Hedef 2023” söylemindeki hedeflerden birisidir. Bu anlamda da, koşullar değerlendirildiğinde bugün Kürdistan’a verilecek biçim açısından ABD emperyalizminin hedeflediği ve işine en yarayacak biçim, “dört parçayı da özerklik temelinde TC ile ilişkilendirmek” olacaktır.

Birçok güncel gelişme ve söylem de bu iddia ile paralellik arz etmektedir. Yine bu yaklaşım; İzmir Newrozu’nda Hasip Kaplan’ın kullandığı “dört parçadaki 45 milyon Kürt ile birleşerek demokratik Türkiye’yi büyüteceğiz” söylemi, bugün Kürt Ulusal Hareketi’nin önderliği ve kadroları tarafından çokça dillendirilen bir politikaya takabül etmektedir.

son süreçte özellikle “Arap Baharı” hareketlenmeleri ile birlikte, ABD emperyalizminin ortadoğuya yeniden dizayn etme çabası ve yönelimi bilinmektedir. Özellikle Çin karşısındaki geri pozisyonu itibari ile Müslüman Kardeşler’in iktidarda olduğu Mısır üzerinden Afrika’ya dair yönelimi, Katar ile yapılan ekonomik ilişkilerde, yine Filistin sorununa dair müdehale niyetinde açığa çıkmıştır. Bu noktada var olan yönelim, kısmi anlamda ABD emperyalizminin ihtiyacına da cevap olmatadır.

Ancak TC üzerinden kurgulanan ise çok daha farklı bir stratejik anlama sahiptir. TC’nin jeo-politik konumu ve doğal zenginlikleri ile emperyalizmin ağzını sulandıran bir konumda olması, emperyalizmin hakimiyet kurmaya çalıştığı coğrafyaya yakınlığı bilinmektedir. Yine ABD’nin savaştığı bölgelere olan yakınlığı da TC’nin emperyalizm gözündeki değerini arttıran parametrelerdendir. Öyle ki; ABD’deki ekonomik krizden kaynaklı devreye sokulan kurtarma paketleri, ABD ordusunu savaşa sokmama yönelimi; TC’nin uşaklık “görevlerini” arttıran öğelerdir.

Ancak açığa çıkan tabloda; TC bugün ciddi bir ekonomik kriz halindedir. 1998’den beri dindirilemeyen kriz, özellikle son süreçte artan dış ve iç borçlar gerçeği ve cari açık; krizi katmerleştiren öğelerdir.

Bu tablo içerisinde ise, hem TC’yi köşeye sıkıştıran, hem de ortadoğu’da emperyalizmin hareket alanını kısıtlayan bir unsur olarak Kürt Ulusal Hareketi karşımızdadır. Dört parçada yürüyen bir savaş ile milyonları kucaklayan bir halk gerçekliği olarak da KUH’nin geleceği emperyalizmin bölgesel süreci açısından etken olacaktır.

Böylesi bir süreçte de muhtemel sonuçlar değerlendirilmeye değerdir. Kürt ulusunun kazanımlarına bakıldığında Rojava’da bir çok ilde özerklik ilan edilmiş, Irak’da (her ne kadar emperyalizme yakınlığı bilinse de) Federe bir Kürdistan kurulmuş ve TC içinde ise “barış süreci” adı altında devlete geri adım attırılmış haldedir. Böylesi bir süreçte Kürdistan’ın kaderi, Ortadoğu’da emperyalizmin kaderine paralellik arz etmektedir.

Suriye ile süren savaş ve Rojava’da oluşan özerkliğe önderlik eden PYD’nin; PKK ile yakınlığı bilinmektedir. Emperyalizmin doğrudan denetiminde olmayan bir güç olarak bu sürecin emperyalizmden kopuk işlemesi ABD’nin çıkarına uygun olmayacaktır. Bu nedenle de bir süredir emperyalistler eliyle Kürt Konseyi örgütleme ve Rojava’yı politik anlamda Barzani’nin denetiminde var etme çabaları sürmektedir. Ancak bu hem PYD’nin politik çizgisinden kaynaklı olarak mümkün görünmemekte hem de de; Irak’taki güncel durum buna müsade etmemektedir. Zira Irak; parçalanmış gerçekliği ve özellikle uşak Talabani iktidarının yetersizliği göz önünde tutulduğunda, sağlam bir “emanetçi” olmayacaktır. Yine ek olarak; Irak yönetimi ile var olan sorunlardan kaynaklı Barzani güçlerinin de merkezi iktidarlarla olan problemleri göz önünde tutulduğunda da bu mümkün değildir.

kürdistanBağımsız bir Kürdistan tanımlaması ise yine emperyalistler nezdinde tehlikelidir. Zira son yüzyılını isyanlarla geçiren bir halkın, dört parçada birleştirilerek var edilmesinin Ulusal Bilinçte gelişim yaratma ihtimali, muhtemel bir ayrı devletin; denetimde sorunlu bir hale gelmesini yaratacaktır.

Yine Rusya-Çin emperyalizmine yakınlığı malum olan İran’a müdehale de; özellikle var olan kriz ile birlikte günceldir. İran’a müdehale sonucunda yıllardır bu topraklarda da mücadele eden Kürt Ulusunun pay almaması imkansızdır. Doğallığında İran üzerine bir tartışma yürütülecekse bu da yine Kürtlerden ayrı tartışılamayacaktır. Ki emperyalizmin İran’a yönelecek olması kaçınılmaz bir ihtimaldır.

2023 yılın Lozan Antlaşmasının da bitiş yılıdır. Hedef 2023’ün kodları arasında bu da bulunmaktadır. Zira emperyalizmin her pazar dalaşı sınırların yeniden tanımlandığı süreçleri de beraberinde getirmiştir. Ve bu gün, Irak’ın yaşadığı iç karışıklıklar, Suriye’de süren süçer gözetildiğinde Kürdistan üzerinde emperyalistlerin en net hedefleyebileceği sonuç; “Dört parçada özerklik ve TC ile ilişkilenme” kalmaktadır.

Son süreçte özellikle TC egemenleri eliyle geliştirilen “barış süreci”nin de tetikleyicileri arasında bu tablo vardır. Zira esas içerikte silahlı güçlerin tasfiyesini içeren süreç, belirli hakların tanımlanmasıyla birlikte Ulusal mücadelenin dizginlenmesini hedeflemektedir. Böylece hem TC’nin ortadoğuya yöneliminin önü açılacak, hem de Ortadoğu’da emperyalistler açısından yeni mevziler elde edilecektir.

Dolayısıyla böylesi bir stratejik yönelimle birlikte ABD; bir yanıyla bölgesel varlığını ve ekonomik çıkarlarını en ileri biçimde var ederek Ortadoğu’nun dizaynı anlamında ileri bir adım atmış olacak; hem de güçlenen Çin emperyalizmine karşı Asya’da ve Afrika’da düştüğü geri pozisyona Ortadoğu’da mahal vermeyecektir. Buna ek olarak hem petrol rezervlerine en rahat biçimde ulaşacak ve 2023’e kadar sürecek süreçle birlikte de elindeki silahları tüketerek savaş ekonomisi üzerinden ekonomik krizi çözmeye çalışacaktır.

Sürecin ortadoğudaki temsilciliği ise AKP’ye düşmüş durumdadır. Emperyalizmin AKP’ye ortadoğuda biçtiği misyon özellikle son AKP Kongre’sindeki tabloda açığa çıkmıştır. Barzani’den İhvan Müslim’e, El Fetih’den Hamas’a kadar kadar gerici dünyanın ve emperyalizmin uşakları akın ederek, biat gösterisinde bulunmuştur.

Bir diğer yandan ise Başbakan’ın son konuşmaları bunu ispatlayan söylemlerdir. Daha düne kadar “teröre taviz yok” diyen Başbakan; “Eyalet sisteminden korkmamalıyız, Osmanlı 700 sene dünyayı eyaletler olarak yönetti” vb. ifadeler kullanmıştır. Zaten hali hazırda var olan “

“başkanlık sistemi” tartışmaları ve son olarak işletilen “Barış Süreci”, dikensiz gül bahçesi yaratmak ve Ulusal Hareketin yürüttüğü mücadele ile baş edemediği oranda belirli haklar tanıyarak pasifize etme siyasetinin ürünüdür.

Bizler açısından ise sürecin en fazla tartışılması gereken yönünü ise; Ulusal Harket’in bunu görüyor olması, yaptığı politik hamleler ve süreç karşısındaki konumu ve kuşkusuz ki bizim atacağımız politik hamleler olmalıdır. Tabi bunu tartışırken de, sürecin muhatabının bir Ulusal Hareket olduğu gözden kaçmamalı, onun iç tutarlılığının ve politik ibresinin ne olduğu akılda tutularak tartışılmalıdır. Zira tersi bir yaklaşım, en iyi ifade ile hüsran doğuracaktır.

PYD’nin ÖSO ile imzaladığı antlaşma emperyalizmle bir kader birliğinden ziyade, kazanımları korumak temellidir. Hem ÖSO ile, hem de Esad ile aynı anda mücadele edecek güçte olmayan silahlı güçler, emperyalizmin bu hedefini görerek ve süreçten pay alma isteği ile (ki bu sınıfsal duruşlarından bağımsız değildir) kazanımları korumak temelinde ÖSO ile yakınlaşmıştır.

Bir denge unsuru olarak PKK’nin sınır dışına çekilme yönelimi de bu tablodan bağımsız değildir. Zira 30 yıldır süren mücadele egemenlerin elini daraltmış, özellikle ortadoğu açısından bu derece stratejik bir süreçten geçildiği bir dönemde, PKK’de de bu sıkışmışlık halinden yararlanarak belirli hakların tanımlanabileceği izlenimi yaratmıştır. Ki bu duruş ve yönelim, PKK’nin sınıfsal durumundan ve ufkundan bağımsız değildir. Ve gerçekliği itibari ile tutarlıdır. Ancak dört cephede 45 milyon kürt ile buluşarak TC’yi büyütme” sözlemi tehlikelidir. Zira Ulusal Hareketin görmesi gereken nokta, TC’yi büyütmenin emperyalizmi büyütme ile eş olduğu ve bu çarkın bir gün kendilerini de öğütmeye yöneleceği ihtimalidir.

Sonuç olarak…

Tabi tüm bu anlatılanlar, emperyalizmin bölgesel hedefi olarak tanımlanmak, onun güncel yönelimini açığa çıkarmak hedefi ile tartışılmaktadır. Ancak netice itibari ile net şeyler değildir ve sürecin özneleri tarafından müdahalelere açık şeylerdir. Zira özellikle Kürt ulusunun 30 yıllık mücadele deneyimini görmezden gelmek bu noktada aymazlık olacaktır. Bizlerin ise böylesi bir süreçte, ezilen milyonların çıkarlarını en iyi şekilde nasıl temsil edeceğimiz ve sınıf mücadelesi nezdinde çıkarakbileceklerimiz tartışılmak zorundadır. Tablo ne biçimde işlerse işlesin, ulusal sorunda köklü bir çözüm, bu hali ile mümkün değildir ve ezilen ulus kendi özgürlüğünü fethedene kadar da mümkün olmayacaktır. Kuşkusuz ki bu süreç kısmi çözülmeler yaratacaktır ancak öz korunduğu sürece; bizim ezilen ulus karşısındaki görevlerimizi bilince çıkarma ve pratiğe girme yönelimimiz devam edecektir.

Kuşkusuzdur ki, en önemli parametre ise ezilen halklar ve mücadeleleridir. Halkların kendi kaderlerine dair müdehalesi, konu özgülünde Kürt ulusunun yürüteceği mücadele bu çarka çomak sokacaktır. Direniş ve savaş, özgürlük adına gerici dünyaya yönelecek kurşunlar; emperyalistlerin tüm gerici emellerini tuzla buz edecek kudrettedir.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu