GüncelMakaleler

24 NİSAN | Geçmişten Günümüze Süreklilik: Ermeni Soykırımı… (3/5)

"1909 Adana kırımlarından sonra halen “uyanmayan” Taşnaklar, başka seçenekleri olmadığı için İttihat ve Terakki ile zorunlu işbirliğine devam kararı aldı. M. Talat ise katliamlardan sonra İçişleri Bakanlığı’na terfi etti"

Jön Türklerin İktidar Yürüyüşü

Aralık 1907’de Osmanlı Sultanı Abdülhamit’e karşı olan muhalifler Paris’te bir Kongre düzenlediler.

Amaç Abdülhamit’ten kurtulmaktı. Kongre’de Sultan’ın tahttan indirilmesi, rejimi değiştirmek ve Millet Meclisi’ni kurmak üzere ana konularda anlaşma sağlandı. Ermeni Devrimci Federasyonu, (Taşnaklar) bu kongreye katıldı ve destekledi. Paris Kongresi’ne katılmayı kabul eden Ermeniler, Prens Sebahattin’e mektup yazarak “mevcut rejimi devirmeye yönelik bütün çalışmalara katılmaya hazır olduklarını, altı vilayette, özel reformlar gerçekleştirecek, anayasal merkezi bir yönetimden yana olduklarını” ifade ettiler. Jön Türkler ise “bir Ermeni’nin bile yer almasından yanayız” diyerek, Kongre’ye Ermenileri dahil ettiler.

SDHP (Sosyal Demokrat Hınçak Partisi) ilk günden itibaren Kongre’ye katılmayacağını belirtmiş, “bağımsız Ermeni devleti hedefinden çıkılacağı” gerekçesiyle kabul etmemiştir. Ermeni halkının tüm kesimlerinin ulusal kahraman olarak kabul ettiği Antranik Ozanyan ise Ermenilerin Jön-Türkler ile girdiği ilişkileri eleştirmiş ve uyarılarda bulunmuştur. Kongre’de Sultan’a karşı bütün muhalifler -bir noktada birleşerek- Sultan’ın devrilmesi konusunda hemfikir olduklarını gösterdiler.

Her ne kadar muhalifler Kongre’de biraraya gelmiş olsalar da kendi aralarındaki polemik bitmemiş, devam etmiştir. Jön Türk hareketi içerisinde yer alan ve daha sonra İttihat ve Terakki Partisi’nin (Birlik ve İlerleme Partisi) önemli isimlerinden olan, Ermeni Soykırımı’nda aktif olarak yer alan Bahattin Şakir, Dr. Nazım gibi kişilikler, liberal bir çizgide olan Prens Sebahattin’e yönelik “İngiliz ajanı” suçlamasın da bulunmuşlardır.

Ermeniler ile Türk muhalifleri arasında ilişkiler her zaman problemli olmuştur. Ermeniler, Avrupalıların güvencesi altında Birlik Reformları’nın uygulamasından yana politika izlediler. Kafkaslar ile Osmanlı’da yaşayan Ermeniler için Federasyon’dan yana olmuş; Osmanlı’dan ayrılıp bağımsız bir devlet kurmadan yana olmamışlardır. Bu propagandayı her zaman yapmışlardır.

13 Mayıs 1908, Paris Kongresi’nde alınan karar gereğince Sultan’a karşı Osmanlı ordusu içinde örgütlü olan Jön Türk subayları, komutaları altındaki birliklerle dağa çıktılar. İstanbul’a yürüme tehdidinde bulundular. Sultan yenilgiyi kabul etti. Meşrutiyet’i ilan etti. Bu harekat kansız bir şekilde oldu. Jön Türkler, Meşrutiyet’in İmparatorluk’ta yaşayan halklara “özgürlük, eşitlik ve adalet” getireceğini ilan ettiler. Kanun önünde eşitsizliğe, din ayırımına, esaret ve baskıya son verileceği ilan edildi.

Sultan, Jön Türkler olarak adlandırılan ve sonra İttihat ve Terakki Cemiyeti olarak örgütlenen muhaliflerin etkisini kırmak ve yok etmek için çok uğraştı ama başaramadı. Tarihe “31 Mart Vakası” olarak geçen olay II. Meşrutiyet’in ilanından sonra İstanbul’da yönetime karşı yapılmış büyük bir ayaklanmadır. On üç gün süren ayaklanma, II. Meşrutiyet döneminin en önemli olaylarından biri olarak kabul edilir.

İttihat ve Terakkiciler bir ara kontrolü kaybedince Sultan yanlıları ön plana çıkan İttihat ve Terakki Cemiyeti üyelerini yakalayıp öldürdüler. Bu sırada İttihat ve Terakki liderlerinden Mehmet Talat, Taşnak lider Agnuni’nin evinde saklandı. Halil, K. Zohrab’ın evinde, Dr. Nazım Ermeni militan Azarig’in evinde saklanarak ölümden kurtuldular.

Meclisi basan Sultan yanlıları, İttihat ve Terakkicileri linç ederken Ermeni milletvekilleri onlara geçit vermeyerek “önce bizi öldüreceksiniz” diyerek engellemişlerdir. Fakat sonradan İttihat ve Terakki Partisi’nin yönetici konumunda olan bu kişiler bizzat 24 Nisan 1915 tutuklamalarında Ermenileri evlerinden alıp vahşice ölümlerine onay verenler olmuşlardır.

Bu durum karşısında, muhalifler Abdülhamid rejiminin devrilmesi için şiddetin gerekli olduğu konusunda birleştiler. Lider olarak suikast, cinayet, öldürme konusunda başlıca örgütleyici olan Selanik’te karanlık bir telgraf memuru olan M. Talat seçildi. İsmail Enver ise düzensiz ordu birlikleri kurmakla görevlendirildi. Dr. Nazım da dahil oldu. Taleplerin gerçekleşmesi için Jön Türkler ile Sultan arasında görüşmeler sonuç vermeyince Selanik’ten gelen Harekat Ordusu, İstanbul’u işgal ederek Sultan’ı tahttan indirdi.

Sonradan anlaşılacağı üzere İttihat ve Terakki’nin gayesi Sultan’ı tahttan indirip ülkeye özgürlük getirmek değildir. Parçalanmaya başlayan Osmanlı İmparatorluğu’nu tekrar eski gücüne dönüştürmekti. Ama Osmanlı’yı yıkımdan kurtaramamışlardır. 1908 Hareketi’ni gerçekleştirenler Pan İslamizm ve Osmanlıcılığa karşı, Pan Türkçülük ve Pan Turanizm’i savunmaya başlamışlar, ilk günkü söylemleri olan “özgürlük, eşitlik ve adalet” ilkelerinden uzaklaşmışlardır.

1908 Hareketi halklara karşı zulüm hareketine dönüşmüştür. Bu hareketin önde gelen Türkçü düşünürleri ise Ahmet Ağaoğlu, Akçura ve Ziya Gökalp gibi Türk milliyetçileri olmuştur.

İttihat ve Terakki Partisi’nin gerçek yüzünü ve niyetlerini çok iyi okuyan Antranik Ozanyan olmuştur. Meşrutiyetin ilan edildiği zaman Varna’da bulunan Ozanyan, Taşnaklar’ın kendisine mektup yazarak İstanbul’a gelip, Meclis’te 50 lira maaşla mebus olmasını önerisine şu cevabı vermiştir: “Ben Sultan, Enver ya da Talat’ın elini sıkıp kardeş olamam. Bu yeni kardeşlerinize dikkat edin. Onlar halkımızın ve sizin başınıza felaket getirecektir.”

Çok geçmeden Ozanyan’ın dedikleri önce Adana’da sonra Osmanlı topraklarında “Büyük Felaket” yaşanarak doğrulandı.

 

Soykırım’ın Ayak Sesleri: Adana’da Kırımlar (1909)

Sultan’ın tahttan indirilmesi İstanbul, İzmir, Kudüs, Şam, Paris’e kadar sevgi gösterileri ile kutlandı. Hıristiyanların da temsil edildiği Meclis-i Mebusan kuruldu. Tutuklular serbest kaldı. Sürgünde yaşayan önemli kişilerin dönmelerine izin verildi. Patrik M. İzmirliyan, Kirkor Zohrab, Prens Sebahattin ülkeye geri döndüler. Ve en önemlisi altı Ermeni vilayetinde Kürtler tarafından uygulanan yağma ve cinayetlere son verildi. Sosyalistler, feministler, demokratlar vb. hepsi harekete geçmiş adil bir toplum geleceğinden konuşuluyordu. Kirkor Zohrab Taksim’de 50.000 kişiye “mezhebimiz hürriyet perverliktir” diye sesleniyordu.

İlk seçimlerde Taşnaklar, Osmanlı’nın toprak bütünlüğünü tanıdılar. Ermeni bölgeleri için idari özerklik talebinde bulundular. Seçimlere İttihat ve Terakki ile ittifak halinde katılan Taşnaklar, 282 koltuktan 160’ını kazandılar. 30 sandalye verilmesi gereken Taşnaklar’a 14 sandalye verilmesi üzerine Ermeniler hayal kırıklığına uğradılar. Buna rağmen “her şeyden önce Osmanlı’nın genel refahı sonra Ermenilerin özel çıkarları gelir” demişlerdir. Ermenileri Meclis’te tanınmış bir yazar olan Kirkor Zohrab temsil ediyordu. İttihat ve Terakki’cilerin nihai tavırlarından şüphelenen Hınçaklar yine iktidardan yana olmamış muhalefette kalmıştır. Sultan döneminde, dağlarda dolaşan Fedailer ise şehirlere inmişler hepsi sevgi gösterileri ile karşılanmışlardı.

  1. Talat ve ekibi ülkede güç ve hakimiyetlerini sağlamlaştırdıkça İttihat ve Terakki Partisi içinde, Türk hakimiyeti dışında başka siyasal kültürel halkların eşitliğinin “hayal” olduğunu savunmuşlardır. Bu zehirli düşünce basında, Türk milliyetçileri tarafından her gün işlenir hale gelmiştir. İlginç olanı ise İttihat ve Terakki liderlerinin önemli bir kısmının Yahudi, Rum, Arnavut, Çerkez, Kürt vb. olmalarıdır. İTC’nin liderliğini ve ideologluğunu yapanlar arasında Türk olmayanların varlığı dikkat çekicidir.
  2. Talat Kasım 1910 yılında İttihat ve Terakki Partisi’nin Selanik’te düzenlenen gizli kongresinde “Anayasa’ya göre Müslümanlar ile kafirler arasında tam bir eşitlik sağlanacaktır. Bu kesinlikle imkansız. Bütün gurupların Osmanlılaşmasının sağlandığı güne kadar bir eşitlik meselesi olmaz…bu da uzun zaman alacak çetin bir görevdir…” derken gerçek ajandalarını ifade etmektedir.

Bu düşünce ilkin Adana’da kendini gösterdi. Adana şehrinin yarısından fazlasının Hıristiyan, Ermeni nüfusu (30.000) oluşturuyordu. Sanayii ve tarım ekonomisi, tekstil firmaları azınlıkların elinde bulunuyordu. Göçmen işçiler ile doğudan gelen işçiler şehrin etnik yapısını değiştirmişti. Gerilimler sonucu katliam yaşanacağı korkusu şehirde dolaşıyordu.

İstanbul’da bir karşı darbe oluyor” haberleri sonucu Adana karıştı. Elinde balta ve silah olan gruplar Ermenilerin dükkan ve evlerine saldırıya başladılar. Bir ara durmuş gibi görünse de bir hafta sonra daha kapsamlı saldırılar başladı. Bu şiddet dalgasında Osmanlı askerlerinin sivilleri koruma yerine saldırganlara silah dağıttığı görüldü. Hıristiyanlara yönelik tahammülsüzlük, Hıristiyan ve Müslümanların bir arada yaşamasının kabul edilmemesi, ekonomik farklılıklar saldırganlığın temel motivasyonu oldu. Saldırılar sonucu 30.000 Ermeni hayatını kaybetti.

Adana Katliamı’nın soruşturulması için sıkıyönetim mahkemeleri kuruldu. Suçlu olarak Ermeniler gösterildi. İsyancı olarak tanıtıldılar. “Yabancı güçlerin dikkatini çekmek ve müdahalelerini sağlamak için kendi evlerini yaktılar” propagandası yapıldı. Öldürülen Ermeni sayısı 5.000 civarında gösterildi. Araştırma Komisyonu’na göre Adana Valisi Cevat Bey’in korkunç derecede ihmalkarlığının sözkonusu olduğu ifade edildi ve olaylardan sorumlu tutuldu. Katliam nedeniyle “Ermeniler Klikya Krallığı kuruyor” kara propagandasına karşı Meclis’te konuşan Kirkor Zohrab, zorla kürsüden indirilerek tartaklandı. Adana kırımlarında, olaylara Ermenilerin sebep olduğu kanısı yayıldı.

 

Taşnaklar’da Geri Dönüş ve Yaklaşan Savaş

1909 Adana kırımlarından sonra halen “uyanmayan” Taşnaklar, başka seçenekleri olmadığı için İttihat ve Terakki ile zorunlu işbirliğine devam kararı aldı. M. Talat ise katliamlardan sonra İçişleri Bakanlığı’na terfi etti. Meclis’te ise Ermenilerin hak arama mücadelesi, el konulan arazilerin, toprakların sahiplerine verilmesi çağrısı karşılıksız bırakıldı.

İttihat ve Terakki Partisi’nden bu sefer başka “oyun” sahneye konuldu. İttihatçılar Meclis’teki konuşmalarında “Gayri Müslümlerin, Müslümanların kanını emdiğini… kanuni ya da kanun dışı bütün yollar kullanılarak onlardan kurtulmanın vakti gelmiştir…” demeye başladı. Buna karşı çıkan K. Zohrab, Meclis’te yaptığı konuşmada, Ermenilere yönelik suistimallerin arttığını “Anayasa’nın içinin boşaltılmasından” duyduğu üzüntüyü dile getirdi. Taşnaklar, İttihatçılardan açıkça memnun olmadıklarını dile getirmeye başladılar.

  1. Emperyalist Paylaşım Savaşı arifesinde ise Balkanlar’da 1912-13 yıllarında bağımsız birer devlet olarak ayrılan Arnavutluk ile Yunanistan, Sırbistan, Bulgaristan, Karadağ gibi Jön-Türkler’in doğduğu topraklar kaybedilmişti. İttihatçıların kongrelerini düzenlediği, Selanik bile Yunanlılara verilmişti. Balkanlar’daki toprakların kaybedilmesinin faturası yine içerdeki Hıristiyan halklara kesildi. Hıristiyanların, “Osmanlı’ya ihanet ederek, düşman ordularına hizmet ettikleri” ileri sürüldü. Bu duruma en çok sevinen elbette Talat, Enver, Bahattin Şakir gibi İttihatçı kadrolar olmuştur. İttihatçı kadroların bu propagandayı teşvik ettiği “Balkanlar’dan, Anadolu’ya sürülmek dayanılmayacak bir şeydir” diye tepkilerini dile getirdikleri, “intikam, intikam, intikam” sloganlarını yükselttikleri ve “biz Türklere yazıklar olsun” diyerek halkı galeyana getirdikleri ortadadır. İttihatçıların bundan sonraki hedefleri ise “kala kala Anadolu’da tek bir ulus, tek bir dil o da Türkçe” demelerinden anlaşılabilir.

İttihat ve Terakki Partisi’ndeki bu değişimler, Taşnakları da yeni politikalar belirleme durumuyla karşı karşıya bıraktı. Taşnakların yayın organı Troşag’da (Bayrak) yayınlanan bir yazıda “İttihat ve Terakki ile kurulan ittifaktan pişmanlık duyulduğunu ama bu saatten sonra başka bir seçeneklerinin olmadığı” yazıyordu. Fedai grupları dağdan indirildiği için, silahlı bir gücü de kalmayan Taşnakların Fedai grupları yeniden silahlandırma çabaları için artık çok geçti. Dünyadaki gelişmelerse; Almanya, Avusturya, İtalya bir tarafta yer alırken İngiltere, Fransa, Rusya bir blok oluşturarak karşı karşıya geldiler. Balkan Savaşları’nda alınan yenilgilerden sonra altı vilayette Ermenilerin durumu büyük güçler tarafından görüşülerek Rusya tarafından bir reform planı sunuldu.

Almanya tarafında safını belirleyen Osmanlı, Bağdat demiryolu yapımını Almanlara verince, İngiltere ve Fransa bu durumdan memnun olmadılar. Osmanlı’yı Rusların reform planı üzerinden eleştirmeye başladırlar. Rusların gözü Boğazlar’da denilerek “Rus ayısı, Ermeni balını istiyor” diye gazetelerde manşet oldu.

Almanlar Osmanlı’yı savaşa sokmaya çalışırken, Donanma Bakanı, Berlin’deki Osmanlı Askeri Ateşesine “Türkiye’nin Kafkasya ve çevresinde bir geleceği var, başarılı olursak bu bölgeler sizin olacak” demişti. Osmanlı yine de tereddüt içindeydi. Alman Büyükelçi Wangenheim “Osmanlılar beklemeleri durumunda ganimetten pay alamayacaklarını” açıklamıştı. Bunun üzerine İ. Enver; Alman diplomata savaşa hazır olduklarını ve “bütün güvenilmezler Rumlar, Ermeniler vesairenin yer aldığı Amele Taburları’nın yanı sıra 300.000’i aşkın askerden oluşan bir ordu seferber ettiği”nin güvencesini vermişti.

Bundan birkaç hafta sonra İsmail Enver, Ruslara karşı isyan çıkartmak için, Kafkas Müslümanlarını silahlandırdı. Karadeniz’de Rus donanması Osmanlı bayrağı çekilen iki Alman savaş gemisiyle bombalandı. Osmanlı Alman emperyalizminin safında I. Emperyalist Paylaşım Savaşı’na girdi.

(Devam Edecek)

Makalenin diğer bölümleri için aşağıdaki bağlantılara tıklayınız:

Geçmişten Günümüze Süreklilik: Ermeni Soykırımı… (1)

Geçmişten Günümüze Süreklilik: Ermeni Soykırımı… (3)

Geçmişten Günümüze Süreklilik: Ermeni Soykırımı… (4)

 

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu