Makaleler

Gerçek adalet, tüm ezilenleri kapsayandır!

AKP hükümeti uzun bir süredir toplum üzerinde baskı ve kutuplaşma politikasını daha koyu uygulamaktadır. İktidar olduğu 16 yıl sürecindeki en koyu dönemlerden birini yaşamaktayız. 15 Temmuz darbe girişiminin ardından “bismillah” diyerek devletin reorgaznizasyona girdiği süreçte AKP hükümeti, “FETÖ” operasyonlarıyla binlerce insanı gözaltına alıp tutuklamıştır.

On binlerce insan da işsiz kalmıştır ve süreç hala devam etmektedir. OHAL’i bahane ederek birçok katliam ve tutuklamaya sahne olan Türkiye’de tüm temel haklar ihlal edilmiştir. Akademisyenler, işçiler, memurlar yüzlerce kişi işsiz kalmıştır. Özellikle Ortadoğu kazanımlarının ardından Kürt halkının siyasal temsilcileri tutuklanmış, onlarca belediyeye kayyım atanarak Kürt halkının iradesi yok edilmeye çalışılmıştır. Bunca insanlık suçu üzerine toplumun buna bir bütün olarak sessiz kalması beklenemezdi.

Her süreç kendi direnişçilerini yaratır sloganı üzerinden devam edersek, Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’dan bahsetmek gerekir. Yıldırım hızıyla çıkarılan Kanun Hükmünde Kararname ile işlerinden çıkarılan iki direnişçi, uzun zamandır yaşanan hukuksuzluğa karşı direniyor. Başladıkları açlık grevi, bu hukuksuzluğa bir bütün olarak ses olmuş, bu uygulamadan zarar gören herkesin soluğu haline gelmişlerdir.

Nuriye ve Semih, OHAL Kararnamesi ile işten atılan 5 bin akademisyen, 50 bin öğretmen ve 150 bin çalışandan yalnızca ikisi ama tüm akademisyenler için adalet arayışlarına başlamışlardır. 120 gündür açlık grevinde olan ve iki direnişçi adalet talebinin temeli haline gelmiştir.

Son dönemde CHP’nin “Adelet Yürüyüşü”yle gündeme gelen adalet arayışı bu topraklarda uzun zamandır devam ediyor. Gülmen ve Özakça’nın dışında örneğin Cumartesi Anneleri on yıllardır Galatasaray Meydanı’nda adalet arayışı içersindeler. 645 haftadır evlatlarının fotoğraflarıyla her hafta Taksim’e giden anaların, babaların dinmeyen adalet talebidir bu.

Yine Ankara katliamı sonrası adalet arayanlar sokakları direniş alanına çevirmiş, tüm ezilenler için adalet arayışının ismi olmuşlardır. Suruç’ta da bundan farksız bir adalet arayışı söz konusu. “Suruç için adalet” sloganıyla başlayan bu süreç, yaşanan tüm katliamları ile birlikte anılarak adalet arayışı içerisine gidilmiştir. Gerçek adalet yaşanan haksızlıkların bir bütününe herhangi bir ırk, etnik kimliğe sığınmayan büyük bir mozaik içerisinde olan bir kavramdır.

 

Adalet Arayışı Sınıfsaldır!

CHP milletvekili Enis Berberoğlu’nun tutuklanmasının ardından CHP’nin başlatmış olduğu Adalet Yürüyüşü sanki ülkede daha öncesinde adalet arayışı olmamış gibi gündeme oturdu. CHP’nin adalet yürüyüşündeki taleplerine karşı olacak ya da eleştirecek değiliz tabii ki.

Ancak şunu unutmamak gerekir ki CHP, hakim sınıfların bir kesimini temsil eden düzen partisi ve onun ötesinde bu faşist devletin kurucu öğesidir. Ve bu özelliğiyle her zaman devletin bekaasını düşünmüştür ki bu durum onun sınıfsal karakterinin bir sonucudur. Düzen partileri ve söz konusu olan devletin kurucusu niteliği taşıyan parti, halk kitlelerine sokağa işaret etmeyi her zaman göze alamaz. Çünkü var olan sınıfsal karakterinin doğurduğu ideoloji buna önderlik edebilecek vasıfta değildir. Sokak hareketliliğini yaratacağı sonuçlar onun istediği gibi olmayabilir yani kontrolünden çıkabilir.

Bu yüzdendir ki daha uygun koşullar oluştuğu zaman bile CHP Sokağı işaret etmemiştir. Şaibeli referandumun ardından oluşan toplumsal tepki aslında Enis Berberoğlu’nun tutuklanmasından daha şiddetliydi. Adalet arayışı içerisine girmek isteyen CHP o dönemde kitlelere sokağı işaret edebilirdi ancak elbette bunu göze almayarak provokasyon olur bahanesiyle o dönemde sokak hareketliliğini sonlandırdı. Toplumun önemli dinamiklerinden olan Kürt halkıyla hiçbir şekilde yan yana gelmemesi ve HDP’li vekillerin tutuklanmasına neden olan yasa değişikliğini onaylaması, hatta vekillerin yargılanması sürecinde AKP’ye destek vermesi bu devletin bekasını düşündüğünden kaynaklıdır. Bu zamana kadar aslında AKP hükümetinin direği haline gelen CHP bunca yaşanan zulüm ve katliamdan sonra ne oldu da bugün kitleleri sokağa işaret etmeyi göze aldı.

15 Temmuz sürecinin ardından devletin hız verdiği reorganizasyon süreci devam ediyor. Hakim sınıflar içerisindeki çelişki katmerleşmeye başladı ki rejim tek bir partinin daha otoriter bir şekilde yönetmesine evrildi.

Bu süreçte CHP de görmüştür ki, kitlelerin öfkesini pasifize edecek tarzda bir tepki göstermemek kendisinin siyaset sahnesinden silinmesi anlamına gelecekti. Onların adalet arayışı, devletin yeniden yapılandırması sürecini tersine çevirmeye çalışıp süreçten nemalanmaya çalışmasıdır. Esasa bakıldığı zaman adalete ihtiyacı olan en fazla adaletsizliğe uğrayanlardır. Bu topraklarda adaletsizliğe uğrayanların kimler olduğunu yazmaya gerek yok. CHP’nin yürüyüşüne bakıldığında işçi sınıfı, Kürt halkı, Aleviler, kadınlar, LGBTİ’ler ve ezilenlerin bütününe dair bir söylem bulunmamaktadır.

Bu perspektifte bakıldığında aslında mesele adalet değil hakim sınıfların iktidar kavgası net olarak görülür. Bu yürüyüşün başını çekenlerin Gülmen, Özakça, Cumartesi Anneleri gibi adalet kaygısı yoktur. Çünkü gerçek adalet yani halk için adalet, devletin yani CHP’nin siyasal temsilciliğini yaptığı hakim sınıflar için de bir tehlikedir. Kıdem tazminatının var olması tehlikedir, kadınların özgürlük mücadelesi CHP için tehdittir, Kürt halkın özgürlüğünün gündeme gelmesi CHP için tehdittir. Gerçekten adalet arayanlar 120 günü aşkın bir süredir açlık grevi yapıp insanlık mücadelesi verenler ve 645 haftadır Galatasaray Meydanı’nda devletin katliamcı yüzünü teşhir eden Cumartesi Anneleridir.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu