MakalelerPusula

“Ben”le mücadele

Müdahale etmek, anlamak, kavramak ve değiştirmek devrimcilere yakışandır ve bu doğrultuda hareket etmek de devrimcilerin görevidir. Kuşkusuz ki; ağır basan yanımız da bu olmalıdır. İlk kopuşu sağlamak aslında attığımız en büyük ve en zor adımdır bize göre. Örneğin, bir militanın gerillaya katılması veya başlı başına devrimci mücadeleye atılması önemli bir adımdır. Yine kuşkusuz ki attığımız ilk adım ve kopuş, onca yıldır süregelen saltanatımıza açıktan bir savaş ilanıdır. Başlattığımız bu savaşta alıştığımız gibi tek olarak, “ben” olarak ve “ben adına” yani saltanatımız adına savaşacaksak, bu gerçekten de basit bir savaş olacaktır ve söylemek gerekir ki bu savaşı fazla sürdüremeden bozguna uğrayacağızdır.

Yok, eğer; savaşta halka karşı değil onun yanında, partiye karşı değil partiyle, yoldaşlara karşı değil yoldaşlarla, proleter ideolojiye karşı değil proleter ideoloji ile savaşılacaksa bu zor ve büyük bir savaş olacaktır. Ve kendine karşı olan savaşta komutan olarak parti, yoldaşlar ve ideoloji ile birlikte kendini yenmek üzere görevlendirilecektir. Ve bu zor, büyük bir savaş olsa da gittikçe daha da şiddetlenecek çarpışmalara gebe olsa da mütevazileşecek bir savaşa evrilecektir aynı zamanda.

“Biz, aktif ideolojik mücadeleden yanayız. Çünkü bu mücadele Parti ve devrimci örgütler içerisinde savaşımızın yararına olan, birliği sağlayan silahtır. Her komünist ve her devrimci bu silaha sarılmalıdır. Buna karşılık liberalizm, ideolojik mücadeleyi reddeder ve ilkesiz barıştan yanadır. Bu yüzden yoz ve bayağı bir tutuma yol açar. Parti ve devrimci örgütler içindeki bazı birimlerde ve bireylerde siyasi soysuzlaşmayı doğurur.” (Mao)

Örgüte geldikten sonra “ben”i ne kadar olgunlaştıracağız ve bu olgunlaşma sürecinde “ben”le ne kadar cüretli, açık, ileri bir biçimde savaşacağımız meselesidir önemli olan. Örgüte geldikten sonra “ben”den kopuş sürecinde “bizi” ne kadar sahipleneceğimiz ve onun gelişimine ne kadar hizmet edeceğimiz meselesidir. Yok, öyle değil diyorsak ve “ben”in yaptığı hataları, eksiklikleri koruma güdüsü ve onların aslında “ben”e ait olmayan şeyler olduğunu iddia edip gerçekten var olan bu hastalıklarla uzlaşmayı tercih ediyorsak, bu “ben” tehlikelerle doludur. Acıdır ama aynı zamanda gerçektir. Bu “ben”, fırsatını bulduğu anda ister istemez iyi şeyler yapmak için geldiği örgütü yok edecektir. Ve bizim bu mücadeledeki silahlarımızdan biri de eleştiri-özeleştiridir.

“Azıcık aşım kaygısız başım”, “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” vb. sözler ne kadar masum ve hoş geliyor kulaklarımıza. Oysa bu sözlerin bize ait hiçbir tarafı yoktur. Fakat mesele bu sözleri kullanıp kullanmama meselesi de değil, bu sözlere denk düşen pratiklerimizdir. Ve bu pratikler aslında liberalizme denk düşmektedir.

Arayı bozmamak adına meseleye derinlemesine girmeyip şöyle bir dokunup geçmek, dedikodu yapmak, kendini “ilgilendirmeyen” meselelere kayıtsız kalmak, örgütten özel bir ilgi beklemek, buna karşılık örgüt disiplinini tanımamak, karşı çıkmaksızın yanlış görüşleri dinlemek ve hatta karşı-devrimci fikirleri duyup da haber vermemek, birinin kitlelerin çıkarlarına zarar verdiğini görüp de tepki duymamak, belli bir plan-yönelim olmadan baştan savma çalışmak, gün doldurmak, kıdemli olmakla böbürlenmek, büyük görevler için yeterli olmadığı halde küçük görevlere dudak bükmek, hatalarının farkında olmak ama onları düzeltmek için hiçbir çaba içerisinde bulunmamak…

Bu pratiklerin hepsi başta iyi niyetlerimizle başlar fakat bu pratikler güçlendikçe, o iyi şeyler yapmak amacıyla girdiğimiz mücadeleye, halka, örgüte, yoldaşlara zarara verir. O zaman devrime bu kadar zarar veren bir şeyle mücadele etmek temel görevlerimizden biridir. Buna karşı mücadele ise MLM bilimimize sıkı sıkıya sarılmaktan ve bu bilimin safında savaşmaktan geçer. Bunu yaptığımız ölçüde savaşın kesin sonucu zaferdir ve bunu yaşamı sahiplendiğimiz ölçüde uygularız. İşte o zaman; bize dokunmayan yılana biz dokunuruz, ağrımayan başımızdan rahatsız olup azıcık aş ile yetinmeyiz.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu