Güncel

“İçimizdeki düşman tasfiyeciliğin eseridir”

Tasfiye ve tasfiyecilik bugünlerde çokça kullandığımız ama her dönemde çeşitli biçimlerde gündemimiz de olan konular. Bugünlerde çokça kullanıyor, tartışıyor olmamamızın nedeni Kürt Ulusal Hareketinin devletle görüşmeler yapması ve A.Öcalan’ın yaptığı anlaşma ile bir tasfiye sürecine doğru gidiyor olmasıdır.

Devletin başta PKK olmak üzerine silahlı güçleri tasfiye etmek istemesi yeni bir şey değildir.

Tasfiye bir gücü, kurumu, düşünceyi yok etmek, teslim almak ya da ona dair düşünce bulanıklığı yaratmak, altını boşaltmak anlamına geleceğini düşünürsek devletin karşısında olanın, bekası için tehlike gördüğü her gücü yok etmek istemesi bence gayet doğaldır. Bunu nasıl yaptığına, kullandığı argümanlara ve döneme bakmakla birlikte bence burada asıl üzerinde durulması gereken tasfiye olan gücün, kişinin niteliği bilgisi ideolojik politik duruşudur.

Ancak ben tasfiye konusunda Ulusal Hareket ya da silahlı güçlerin tasfiyesine, bugün “kelebekler uçsun barış gelsin” söylemleriyle estirilen ılık rüzgârlardan değil devrimci saflarda esen tasfiye fırtınalarını yazmak istiyorum. Bence devletin her zaman iki yöntemi olur.

Bunlardan biri her zaman kullana geldiği, kendi varoluşunun temeli olan zor yolu yani ordusuyla tankıyla topuyla polisiyle copuyla şiddet yoluyla yok etmek yöntemi. Bu bilindik faşist sistemlerin, devletlerin kullandığı yöntemdir. İkinci yöntem onun zorba gücü karşısında düşüncelerinden, kararlılığından savaşçılığından vazgeçmeyen, zorbalığıyla yok edemediği başka bir yöntem olan tasfiye yoluyla yok etme yöntemidir.

Ve bence özellikle devrimci saflarda oldukça yaygınlaşan hastalık şeklinde kendini göstermektedir tasfiyecilik. Bu hastalık devrimcilere ve devrim mücadelesine zarar vermektedir. Bir baskından, bir operasyonun etkisinden daha derin etki eden bu hastalık tüm bir devrimci kurumda olabildiği gibi tek tek bireylerde de yoğun olarak etkili olmaktadır.

İdeolojik olarak yıkımı getiren bu hastalık bireylerde de kendini, isteksizlik, hiçbir şeyi beğenmeme, sürekli eleştireme hali, kendi yaptığı işi, faaliyeti küçümseme, beğenmeme, emeğini yok sayma gibi bir dizi şekilde kendini göstermektedir.

Kişinin kendini işe yaramaz hissetmesi, emeğini değersiz görmesi onun yabancılaşmasına neden olur ki düşmanın tam da istediği budur. Kişinin önce kendine yabancılaşmasına sonra insanı olan, devrimci olan yeni olan her şeye karşı yabancılaşması sistemin asıl hedefidir. Geçtiğimiz sayılarda Pusula’da çıkan bir köşede işaret ettiği gibi düşmanımız sadece sistemin kendisi değildir.

İçimizde sürekli iyi olanla savaşım içinde olan kötü yanımız yani çelişki yasasının ortaya koyduğu gibi içimizde sürekli savaşım içinde olan çelişkiler, iki zıt düşünceden biri olan “kötü” taraftır bir düşmanda. İçimizdeki “iyi” olan yenildiğinde çelişkilerden proleter olan yenilmiş, sistemin beslediği işine yarayan burjuva olan kazanmıştır.

Tüm coşkusuz isteksizlikler, değersizleştirmeler kazanmış düşmanlarımızın çığlıklarıdır. Kopup gidenler, yükü ağır gelenler, parçalanmış olanlar içlerindeki sistemin koruduğu “kötü” olan çelişkiye karşı, devrimciliğin öğrettiği geliştirdiği, insanı olan “iyi”, “güzel” olan çelişki yenik düştüğünü göstermektedir.

Peki, içimizdeki düşmanla bizi tasfiye etmek isteyenlere karşı nasıl savaşmalı ne yapmalıyız? Ben duran her şeyin paslanacağı, değişmeyenin eskiyeceği düşüncesiyle hareketle daima yenilenmeliyiz diyorum. Silahlı bir güç nasıl savaşmazsa yok oluyorsa ve nasıl saldırılara kendi gücüyle, düşmanın gelişen teknolojisi karşısında nasıl yeni yöntemlerle cevap veriyorsa bizlerde ideolojimizle tasfiyeciliğe, içimizdeki düşmana karşı amansız bir savaş vermeliyiz.

İçimizdeki düşmana karşı daima uyanık olmalıyız ve en büyük silahımız olan ideolojik, politik gücümüzü kuşanmalıyız. Bu gücümüzü her gün yenilemeli, geliştirmeli, bilgilerimiz sürekli güncellemeliyiz. Koşmayan ayak, yürümeyi nasıl unutursa kullanılmayan akıl düşünmeyi, kullanılmayan bilgi kaybolur.

Eğer düşüncelerimiz de her gün bir değişim, yenilik, güncelleme yoksa yerimizde sayıyoruz demektir. O zamana pas tutmaya başlamışızdır.

İşte bugün başlatığımız Kaypakkaya’nı 40. Yıl kampanyası vesilesiyle önder yoldaşın ideolojik tezleriyle bilgilerimizi güncellemeli, ideolojimizi güçlendirmeliyiz.

Bir Ö G okuru

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu