Makaleler

“Dewlet bi ker be jî xwe lê meke!”*

Nerede Bir Direniş Ve Mücadele Varsa Orada Kaypakkaya Yaşıyor ve Savaşıyor!

“Dewlet bi ker be jî xwe lê meke!”*

Yukarıdaki ifade Kürt ulusunun baskı, katliam ve bir o kadar da direniş ve mücadele dolu tarihinin özetini ifade eder. Tıpkı İbrahim Kaypakkaya’nın nerede direniş ve mücadele varsa orada olması gibi, bu ifade de Kürt ulusunun kendi tarihsel tecrübesinin sonucu ortaya çıkan bir bilince karşılık gelir.

İçinde bulunduğumuz yıl, faşizm tarafından katledilişinin 40. yıldönümüne denk gelen İbrahim Kaypakkaya, ülkemizdeki Kürt ulusal sorununa dair görüşlerini ortaya koyduğunda “Türkiye’de milli baskı, hâkim Türk milletinin hâkim sınıflarının, sadece Kürt halkına değil, bütün Kürt milletine, sadece Kürt milletine de değil, bütün azınlık uyruk milliyetlere uyguladığı baskıdır” (Umut Yayımcılık, 2004 Nisan, 171) diyordu.

O böylelikle ülkemizde ulusal baskının Türk halkı tarafından değil, tepeden tırnağa faşist zor aygıtının yanında, her türden ideolojik aygıtları aracılığıyla, Türk ulusunun hâkim sınıflarınca Kürt halkına, bütün Kürt ulusuna ve azınlık milliyetlere yönelik uygulana geldiğini; bu kapsamda soykırım da dâhil olmak üzere kitlesel katliamlarla birlikte çok çeşitli (kültürel-dini-ekonomik vb. vb) baskılara maruz kaldıklarını açıkça ifade etmişti.

Kaypakkaya bununla yetinmemiş, bu önemli tespiti yaptıktan sonra devamında ulusal sorununun niteliğine dair de tespitte bulunmuştur. O, ulusal baskının bir bütün Kürt ulusuna uygulandığını ifade ederken, bu kapsama hangi sınıf ve katmanların girdiğini de vurgulamıştır: “Kürt işçileriyle, yarı proleterleriyle, yoksul ve orta köylüleriyle, şehir küçük-burjuvazisiyle birlikte Kürt burjuvazisi ve küçük toprak ağaları da milli baskıya maruzdur. Ve Kürt milli hareketinin saflarını bu sınıflar teşkil ediyor. Milli baskılara karşı birleşen bu saflardaki her bir sınıfın elbette kendine has emelleri ve hedefleri de var.” (175)

Pek doğaldır ki ulusal baskıya maruz kalan ulus burjuvazisi çeşitli vaatler ya da imtiyazlar karşılığında açmış olduğu isyan bayrağını yere indirebilir, uzlaşabilir. Bu eşyanın tabiatı gereği böyledir.

Bu durum ulusal sorunun çözüldüğü anlamına gelmez. Belki ezilen ulus burjuvazisi için belli iyileştirmeler söz konusu olabilir. Bilineceği üzere Kürt Ulusal Hareketinin uzunca bir süre önce içine girdiği yönelim TC devletinin “gecikmiş” adımlarıyla gün yüzüne çıktı.

A. Öcalan’ın yıllar önce yaptığı çağrı devlet nezdinde (hiç kuşkusuz ki kendi sınıfsal çıkarları gereği) karşılığını buldu. Yaşanan bu süreç hemen her cephede tartışılıyor.

Süreci destekleyen de var karşı duran da! Özellikle şovenist ve ırkçı heyezanlara değinmeye gerek yok! Ama özellikle devrimci saflarda Kürt hareketinin son yönelimiyle ortaya çıkan durumu, bir “çözüm” olarak tanımlayıp destekleyenlerle, toptan bir “tasfiye” olarak tanımlayanların yaklaşımlarına dikkat çekmek gerekiyor. Her iki kesim de süreci ele alışlarıyla ülkemizdeki ulusal sorun hakkında doğru bir bilince sahip olmadıklarını, meseleye proletaryanın çıkarı açısından bakmadıklarını ispatlıyorlar. “Böylece, Kürt proletaryasıyla, yarı proletaryasıyla ve yoksul ve aşağı orta halli köylüleriyle Kürt burjuvaları ve küçük toprak ağaları arasındaki çelişki de göz ardı edilmiş oluyor.” (age, 175)

Bu çevrelerin Kürt ulusal hareketinin önderliğinin son dönem politikasına yönelik bu türden genellemeci ele alışı; “Kürt proletaryasıyla, yarı proletaryasıyla ve yoksul ve aşağı orta halli köylüleriyle Kürt burjuvaları ve küçük toprak ağalarının kendi sınıf emelleri, proleter, yarı-proleter unsurların ve yoksul köylülerin emelleriyle bir ve aynı gibi gösterilmiş oluyor.” (age, 175)

Eşeğin Semerindeki Heybede Ne Olduğu Önemlidir!

A. Öcalan’ın başta İmralı görüşme tutanakları olmak üzere, 21 Mart Newroz mesajında dile getirdiği görüşler, ulusal hareketlerin niteliğine uygundur. “Her milli harekette olduğu gibi Kürt milli hareketinin de iki niteliği vardır: Birincisi, Türk burjuva ve toprak ağalarının milli baskılarına, imtiyazlarına, devlet kurma imtiyazına, zulmüne ve zorbalığına karşı yönelmiş, genel demokratik muhteva. İkincisi, Kürt

milliyetçiliğini güçlendirmeye, böylece Kürt burjuva ve toprak ağalarının üstünlük ve imtiyazların gerçekleştirmeye yönelen gerici muhteva.”(age, 193) Bu anlamıyla milli baskılara karşı birleşen Kürt ulusal hareketindeki her bir sınıfın kendine has emelleri ve hedeflerinden neyi, nereye kadar destekleyemeyeceğimiz noktası son derece önemlidir.

Kürt milli hareketi, ezilen bir ulusun hâkim sınıflarına karşı mücadelesi olarak ilericidir ve demokratik bir muhteva taşır. Biz bu demokratik muhtevayı kesinlikle ve kayıtsız şartsız destekleriz. Türk burjuvazisi ve toprak ağaları lehine her türlü imtiyazlara ve eşitsizliğe karşı (devlet kurma hakkı imtiyazı da dâhil) kararlı ve amansız olarak mücadele ederiz. Kürt milli hareketinin bu yoldaki taleplerini de kayıtsız şartsız destekleriz.” (age, 197) Bu minvalde Kürt Ulusal Hareketinin TC devletine karşı mücadelesinde dillendirdiği; en somut olarak A. Öcalan’ın üzerindeki tecridin kaldırılması ve özgürlüğünün sağlanması başta olmak üzere T. Kürdistanı’na statü talebine kadar geniş bir yelpaze içinde dillendirdiği talepleri tarafımızdan desteklenmelidir.

Burada özellikle Kürt Ulusal Hareketinin dillendirmediği devlet kurma hakkı imtiyazı da dâhil olmak üzere, zulme, her türlü imtiyaza ve hak eşitsizliğine karşı mücadele etmek gerektiğinin altı çizilmelidir. “Fakat öte yandan, Kürt burjuvazisinin ve küçük toprak ağalarının gerici ve milliyetçi emellerine karşı da mücadele ederiz.Türk hâkim sınıfları lehine her türlü eşitsizliğe ve imtiyaza, milli azınlıklara yönelen her türlü baskı ve zulme karşı mücadele ederken; milli azınlığın burjuva ve toprak ağalarının milliyetçi emelleriyle de mücadele edilmezse, bu kez başka bir milliyetçilik, Kürt milliyetçiliği güçlendirilir; Kürt proletaryasının sınıf bilinci, burjuva milliyetçiliğinin sisleriyle karartılır; Kürt işçileri ve köylüleri milliyetçiliğin kucağına itilir; Kürt işçi ve emekçileriyle Türk işçi ve emekçileri arasındaki birlik ve dayanışma baltalanır” (age, 197)

A. Öcalan son görüşme notlarında başta Türkiye’deki azınlık milliyetler olmak üzere dile getirdiği kimi tezler ve Newroz mesajında değinmediği azınlık mezheplerden Aleviler ve dile getirdiği, “Türk halkı bilmeli ki Kürtlerle bin yıla yakın İslam bayrağı altındaki ortak yaşamları kardeşlik ve dayanışma hukukuna dayanmakta”, “Çanakkale ve Kurtuluş Savaşı” övünüşü ve özelliklede hâkim sınıfların sınıfsal emellerini okşayacak biçimde “Misak-ı Milli sınırları” kavramı, (Türk hâkim sınıflarının Suriye Kürdistanı üzerinde ve Irak Kürdistanı’nda imtiyaz sağlama, başta petrol olmak üzere yeraltı ve yerüstü kaynakları üzerinden rant elde etme hayalleri düşünülürse bu “belirsiz” kavramın önemi anlaşılır.) vb. vb. ele alışlar, başta hâkim ulusun hâkim sınıflarının sınıfsal çıkarlarını güçlendiren bir içeriğe sahip olmasının yanı sıra, Kürt milliyetçiliğini güçlendiren bir içeriğe sahip olması nedeniyle eleştirilmelidir.

Tüm bu ifadelere A. Öcalan’ın “Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı dönemi kapandı”, “silahlı mücadele dönemi bitti”, “Demokratik Modernite” vb. vb. geniş bir yelpazeyi barındıran gerici tezlerini de ekleyebiliriz. Kürt Halkı Bu Eşeğe Binmeyecektir! Binse de Çabuk inecektir! Günümüzde Kürt burjuvazisi ve bir kısım toprak ağası devlet eşeğine binmekte hevesli ve hatta binme noktasında anlaşmış bulunabilirler. Kürt halkı ise bu eşeğe binmeyecektir. Görünen “barış özlemi” içinde, “aman süreç bozulmasın hassasiyeti” altında yapılan eleştirilerin, dile getirilen kaygıların bile saldırı olarak yaftalanıp geçiştirmeye çalışılmasıdır.

Tabii bir de sürecin faşist TC devletini “demokratikleştireceği” iddiası var ki, bunun gerçekle bir bağlantısı yok. Atılan kimi göstermelik adımlar ancak ve ancak TRT Şeş’in alâyıvalâyla açıldıktan kısa bir süre sonra Ahmet Türk’ün Meclis grubunda yaptığı konuşmayı Kürtçe sürdürmesiyle yayının kesilmesine kadardır. Böyle olur TC’nin demokratikleşmesi! TC’nin anladığı “kendi” Kürtçesidir! Daha özü kendi Kürdüdür! Ulaşılacağı vaat edilen “demokratikleşme”nin de bugün iddia edilen “ileri demokrasi”den farklı olmayacaktır.

Devletin böyle bir süreçle demokratikleşeceğini iddia etmek en temel devlet teorisine yabancılıkla açıklanabilir ancak. Bizler devlet aygıtının ne olduğunu yüzyıllar önce Komün deneyiminden öğrendik, Sovyetler’de ve Çin’de test ettik! Bu muazzam deneyimlerden ve hele ki içinde bulunduğumuz emperyalizm koşullarında alabildiğine emperyalizme bağımlı bir devletten, onun hâkim sınıflarından demokrasi beklemek, devleti halk yararına daha ileri bir niteliğe dönüştürmeyi ummak ne büyük bir kafa karışıklığıdır.

Böyle bir paradigma, bilimsellikten uzak, Osmanlı ve Türkiye tarihi, sömürge, yarı-sömürge ve yarı-feodalliği, Türkiye ve Türkiye Kürdistanı’nda zorun rolünü (evet T, Kürdistanı’nda kendini var eden zorun rolü!) kavramayan bir bilincin ürünüdür! Kürt işçileri, yarı proleterleri, yoksul ve orta köylüleri, şehir küçük-burjuvazisi ve Kürt burjuvazisinin demokratik halk devrimi saflarında yer alabilecek devrimci kanadı ise belki şu an için eşeğe binmenin ne anlama geldiği konusunda açık bir bilince sahip olmayabilirler. Ancak kısa sürede eşeğin çiftesine yediklerinde yanıldıklarını göreceklerdir.

Kürt Halkını Bekleyen “Roboski Barışı”dır!

Aslında fazla da beklenmeyecektir. Örneğin tüm gelişmeler yaşanırken aynı anda yaşananlar görüşümüzü kanıtlar niteliktedir. Roboski katliamı ile ilgili hazırlanan Meclis Araştırma raporu meseleye yaklaşımıyla hâkim sınıfların “Kürt barışı”nı özetler niteliktedir. Üstelik bu da yetmezmiş gibi, hâkim sınıfların “barış”tan ne anladıklarını aynı katliamda kardeşi ve 11 yakın akrabasını kaybeden Veli Encü hakkında “kamu görevlisine basın yoluyla hakaret ettiği” gerekçesiyle dava açılmasında görebiliriz.

Başta T. Erdoğan olmak üzere şurekasının her ağzını açtıklarında Kürt ulusuna yönelik, ulusal hareketin önderlerine yönelik “nazik”, “barışçı”, “çözüm dilli” açıklamalarına değinmeyi gerekli bulmuyoruz.

Yaşananlar ortadadır. Kaypakkaya’yı layıkıyla anmak eşeğe binmeyi ret edenlerle birlikte, eşeğe binme konusunda tereddüt içinde olanlara Kaypakkaya’nın görüşlerini tanıştırmaktan geçmektedir. Bunun için önce Kaypakkaya’nın görüşlerini kavramamız gerekir. Kavramak denilen olgunun bizim indimizde pratikle birlikte olduğunu, ilk elden Kaypakkaya’nın kendi pratiğinden biliyoruz.

O bozkırı tutuşturmaya T. Kürdistanı’ndan başlarken, “romantik bir devrimci” değildi! Türkiye ve T. Kürdistanı’nda demokratik halk devriminin yolunun, silahlı mücadeleden, halk savaşından geçtiğinin bilincinde olduğu için T. Kürdistanı’nda pratiğini yoğunlaştırdı! Nitekim orada savaş içinde tutsak düştü ve Kürdistan’ın kalbinde, Amed’de kanı toprağa karıştı.

Kaypakkaya teori ve pratiği ile sadece Türk değil bilhassa da Kürt ulusundan halkımızın özgürlük, bağımsızlık ve demokrasi mücadelesinde bayraktır. Kürt işçileri, yarı proleterleri, yoksul ve orta köylüleri, şehir küçük-burjuvazisinin sınıfsal emellerinin dile gelmiş ifadesidir.

Zaten böyle olduğu içindir ki Kürt ulusal önderliği tarafından dillendirilmez, adeta suskunlukla geçiştirilir. Örneğin A. Öcalan’ın 2013 Kızıldere anması vesilesiyle yayınlanan mesajında M. Çayan ve D. Gezmiş’e değinmesi ama Kaypakkaya’ya değinmemesi basit bir unutkanlık değildir. Bilakis sınıfsal bir tercihin, sınıfsal bir bakışın somut ifadesidir.

Nihayetinde Kaypakkaya, A. Öcalan’ın umduğu ve öngördüğü biçimiyle TC devletinin demokratikleşeceği düşüncesinde değildi. Kaypakkaya, faşist TC devletinin, niteliğinden kaynaklı olarak ancak ve ancak Halk Savaşı yoluyla, silahlı zor ile tepeden tırnağa yıkılarak ve bilhassa da Kemalizm’e, Kürt ulusal sorununa dair Türk, Kürt ve çeşitli milliyetlerden proletaryanın tezlerini savunuyordu.

Bu uğurda da öldü.

Bila Sond Û Ehd Be Em Dê Nav Û Şanê De Bidin Jiyandin! (And Olsun Ki Adını, Şan Olsun Ki Andını Yaşatacağız!)

* “Devlet eşek de olsa, binme!”

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu