MakalelerPusula

Paketler sermaye grupları için açılmaktadır!

Geçtiğimiz günlerde hükümet biri reel sektörle diğeri de iş güvenliği ve madencilikle ilgili acil düzenlemeleri içeren iki paket açıkladı. Davutoğlu, paketlerin önem ve ciddiyetini hiç kuşkuya yer vermeyecek biçimde göstermek için basının karşısına “bakan”larıyla birlikte çıktı. Türkiye’de burjuva politikasında en çok duyulan sözlerden biri “zamanlama manidar” şeklindedir. Bu sefer ezenlerin cenahından bu sözleri duymadık. Ama bizler zamanlamanın manidar olduğunu söyleyeceğiz! Birinci paketin açıklanmasına dair öncesinde ortada herhangi bir emare yoktu. Zaten 25 maddeden oluştuğu söylenen programın sadece 9 maddesi açıklandı. Anlaşılan o ki ancak yetiştirmişler. Çünkü bu paket, DTK ve Kürt belediyeleri tarafından organize edilen Demokratik Ekonomi Konferansı’nın hemen öncesinde denk getirilmek istendi. İş güvenliğine dair paket ise, İmralı heyetinin basın açıklamasıyla aynı saate denk getirildi. Basın açıklamasının canlı yayınlanmasının apaçık bir şekilde önüne geçildi. Hükümetin ekonomik/politik sıkışmalarıyla birlikte bu çalışmalar değerlendirildiğinde zamanlama manidar dememek elde değil.

Peş peşe yaşanan iş katliamları, Yırca’da zeytin ağaçlarının göz göre göre kesilmesi, Karadeniz’de devletin “yeşil yol” halkın “zulüm yol” dediği projenin itirazlara rağmen yapılması, 40 mültecinin Rumeli Feneri yakınlarında boğulması, Kürt meselesiyle bağlantılı olarak her gün yaşanan gelişmelerin dışındakilerin kısa bir bilançosudur. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı tarafından açıklanan verilere göre; 9 milyon 200 bin kişinin sağlık primleri devlet tarafından ödenmektedir. Bu da demektir ki Türkiye’de hane içinde gelir seviyesi brüt asgari ücretin üçte birinden az olan kişi sayısı 9 milyon 200 bindir. Özcesi, Türkiye’de ekonomik ve sosyal gerilim her cephede katlanarak büyümektedir.

Bunu gören ve bilen hükümet yetkililerinin, tepkiyi azaltmak için “sosyal yardım” adı altında halkın günlük olarak yaşamını sürdürebileceği yardımlar yaptıkları bilinmektedir. Bu yardımlar bazen kömür, bazen makarna/pirinç paketleri olurken, Soma’daki büyük katliamın ardından görüldüğü gibi TOKİ konutu da olabilmektedir.

Halkımız serbest piyasa uygulamalarıyla canı pahasına ve yoğun sömürü altında çalışırken halkın vergileriyle yaptırılan sarayın tepkiye yol açtığı kesindir. Bütün bu saydıklarımız bir kez daha bize sorumluluklarımız kadar eksikliklerimizi, sınırlanmışlıklarımızı göstermektedir. Soma’dan Isparta’ya, Ermenek, Trabzon’a kadar, kölece çalışma koşulları içerisinde olan emekçilere ulaşmak, HES’lerle yaşam alanları yok edilen halkımızla buluşmak ve mücadelemizi örgütlemek bizi beklemektedir. Uzun zamandır yazılarımızda sık sık bahsettiğimiz konuya geliyoruz. Artık daha fazla aynı semtlerde, ilçelerde, çalışma alanlarında kalamayız. Anadolu’nun dört bir yanında yoksul emekçi halkımızın arasına gitmek zorundayız. Düzenin ekonomik/politik hegemonyasını başka türlü kıramayız. Hükümetin şatafatlı bir şekilde paketi açıklamasına rağmen içinde küçücük kırıntıların bile doğru düzgün olmaması, karşı muhalefetin yokluğunu, devrimci güçlerin zayıflığını ve bu konudaki perspektifsizliğini görmesiyle ilgilidir.

“İşverenler biraz vicdanlı olsa…”

Ekonomi ve politika dolaysız şekilde birbirine bağlıdır. Ekonomik öncelikler, politik kararların yönünü gösterir. Uluslararası alanda da, ulusal düzeyde de mevcut ekonomik güçlerin durumu, perspektifleri, ittifakları, bilinmeden attıkları adımlara doğru yorumlar getirilemez, atacakları adımlar konusunda da fikir yürütüp karşıt politika oluşturulamaz. Burjuva politikacılarının esas görevi, mevcut sistemin işbirliğini kanunlarla güvence altına almak, askeri/polisiyle bu işlerliği korumak ve karşısına çıkan alternatifleri ezmektir. Türkiye; tarihi boyunca uluslararası alanda “oyun kurucu” olamadı. Esas olarak kurulan oyunlarda piyon işlevi üstlendi. Tıpkı satrançta olduğu gibi dönem dönem bir piyonun kilit rol oynaması, geçici ve konjonktürel bir durumdur. O hamle geçer geçmez veya oyun yeniden başlar başlamaz tekrar “piyon” durumuna geçer.

İşte bu gerçeklik bilindiğinde şaşalı bir şekilde açıklanan bu paketlerin iddia edildiği “yapısal bir dönüşümü” yaratıp, Türkiye’yi “take off” durumuna getiremeyeceğini biliriz. Zaten AKP iktidarından baştan itibaren “take off” açıklamaları defalarca duyulduğu halde, hala bunun iddia ediliyor olması da bunun kendileri tarafından itirafı olmaktadır. Burjuva ekonomistlerinin “cek cak paketi” demeleri boşuna değildir. Bu paketlerde gerçekleştirilmeyecek olan vaatler, mevcut sıkışmışlıktan dolayı verilmek zorunda kalmıştır. Şunu da belirtmekte fayda var; paketlerde halkımızın yararına olan bir şey yoktur. Paketler tekelci sermayenin önündeki taşları ayıklama amaçlı hazırlanmıştır. Reel sektöre yönelik açıklanan maddeler uygulansa dahi, inşaat sektörüne yönelmiş, rantçı yapısını değiştirebilecek özellikte değildir.

Yani açıklananlar; kendi ekonomik sistemleri içerisinde dahi yapısal bir dönüşüme yol açmayacak niteliktedir. “Öncelikli Dönüşüm Programı” konut ve inşaat sektörlerinin şişen balonu patlayıncaya kadar, esas yatırım alanları olacaklarını göstermektedir. Balonlar patladıktan sonra ortaya çıkacak olan kriz durumunda egemenler bu dengeler içerisinde yine de iktidarlarını sürdürürlerse ancak o zaman belki yatırım yapılan sektörlerde bir makas değişikliği olur, başka balonlar şişirilmeye başlanır. Bu döngüyü bozacak ve tüm balonları patlatacak tek güç; halkların mücadelesidir.

Şaşalı bir şekilde açıklanan “iş güvenliği” paketinden çıkansa işçilerin güvenliğinin, çalışma koşullarının vs. “burjuvazinin vicdanına” bırakılmasıdır! Soma’dan Ermenek’e, Yalvaç’tan Yırcalı’ya kadar yaşanan katliamlar ve olaylarla ilgili tüm basın, hükümet ve HDP dışındaki burjuva politikacıları; kendilerini dizginlemesinden, vicdanlı davranmasından biraz daha az kâr edip çalışma güvenliği sağlamasından bahsediyordu. Pakette de bu “çözüm önerileri” resmileştirilmiş oldu. Paketin amacının işçinin can güvenliği ve çalışma koşulları olmadığı; içeriğine dahi bakmadan isminden anlaşılıyor: “İş güvenliği ve madencilik paketi”. Yani temel sorun mevcut işin güvence altına alınmasıdır.

Nitekim paket incelendiğinde, tıpkı depreme karşı önlem alınmayıp da deprem sonrasını konuşmak gibi; olacak kazalardan sonra patronun bazı ödüllerden mahrum kalması, madenlerden çıkış için fosforlu hayat hattının kurulması gibi “önlemler”in yer aldığı görülüyor. İşçilerin eğitilmesi, denetim görevlilerinin işlerini serbestçe yapması gibi “önlemler” patrona bırakılmış durumdadır. Bir kez daha görülmüştür ki; egemenlerin derdi işçilerin ölmesi, kölece koşullarda çalışması değildir. Egemenlerin tek derdi; tıpkı devletlerinin en yüksek makamında oturan Erdoğan gibi “imaj tazelemektir.” İşçiler 3-5 kuruş için, eve bir ekmek götürmek için en zor ve can güvenliklerinin olmadığı işlerde çalışırken, onlar milyarlara varan parayla saraylar yapmaktalar.

İşçiler katliamları mücadelenin büyütülmesiyle engellenir!

Paketlerin gerçekliği buyken, açıklanma zamanlarının da bir başka gerçekliğe işaret ettiğine yazımızın başında değinmiştik. Peş peşe yaşanan iş cinayetleri, ikinci paketin hızlıca açılmasına önemli bir sebep olmuşken; birinci paketin apar-topar açıldığı 1200 maddenin 417’sinin açıklanmasından dahi görülebilir. Kürt hareketinin Demokratik Özerklik Projesi’nin ekonomi ayağını örmek için, tam da bu iş kazaları sırasında da yaptığı konferansın hükümet tarafından “ciddiye” alındığı ortadadır. DTK ve Kürt belediyeleri tarafından organize edilen Demokratik Ekonomi Konferansı demokratik alandaki mücadelede önemli ve somut perspektifler sunmuştur.

T. Kürdistan’ında belediyelerin yoğunluklu olarak HDP’nin elinde olması nedeniyle konferansın belli kısımlarının maddileşebilme zemini vardır. Fakat en fazla zemini olan maddelerin dahi ancak devletle çatışarak yaşama geçirilebileceğini deneyimlerden biliyoruz. HES’lerin, güvenlik amaçlı barajların reddedilmesi, yerel kaynakların kullanımının yerele bırakılması, işçi meclislerinin oluşturulması, kadınlara ekonomide alan açılması, komün ve kooperatiflerin yaygınlaştırılması şeklinde belli başlılarını sıralayabileceğimiz kararların hepsi ancak etkin ve yaygın bir mücadele sonucu yaşama geçecektir. Bu taleplerin büyük bir kısmı bizim tarafımızdan da sahiplenilebilir ve Türkiye’nin geri kalanında emek ve demokrasi mücadelesi içinde savunulabilirdir. Anadolu’nun hemen her köşesinde kitlelerin düzenle çelişkisi bir şekilde ortaya çıkmaktayken bu çelişkilerden hareketle kitleleri sisteme karşı harekete geçirmek devrimcilerin görevidir. Bununla birlikte devrimciler kendilerini, sadece demokratik alan mücadelesiyle, legalizmle sınırlayamazlar: Legal olanaklardan, reformlardan faydalanılması kadar; yaşanan katliamların hesabının sorucusu olabilmek, halkımızın güvenini kazanabilmek açısından büyük önem taşımaktadır. Yaşanan katliamların, mahkeme salonlarında meşrulaştırılmasının önüne hızlı bir şekilde geçilmesi gerekmektedir.  Lenin’in de dediği gibi her türlü mücadele biçimini, ustalıkla ve iç içe geçmiş biçimde, zamanında kullanabilmek için; dört ayağı birden nallamakla yükümlüyüz. O zaman egemenlerin iktidarını hiçbir paket uzatamayacak.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu