Makaleler

KATLİAMIN AKP AKLANMASI!

Artık kimilerince Nobel Barış Ödülü’ne aday gösterilmesi bile olasılık dahilinde olan (Peygamber bile ilan edildi daha ne olsun!) T. Erdoğan, 34 Kürt köylüsünün katledilmesini “her kürtaj bir Uludere’dir” sözleriyle değerlendirmiş ve aslında Roboski’de yaşananın bir katliam/cinayet olduğunu üstü kapalı bir şekilde kabul etmişti. İşte bu katliam sonrasında TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu bünyesinde kurulan Uludere Alt Komisyonu taslak raporunda; “Kasıt yok.

Sivil idare ile askeri yetkililer arasında koordinasyonsuzluk var” denildi. Üstüne üstlük yapılan toplantıda rapor, komisyon üyelerine dağıtılmayarak sadece okundu. Ve tabii bu tür durumlarda artık bir “gelenek” halini alan bir karar da alındı. 76 sayfadan oluşan raporla ilgili ayrıca gizlilik kararı alındı! (Ö. Gündem, 06.03.2013) Aslında bu rapor vesilesiyle ifade edilenler -tıpkı diğer örneklerde olduğu gibi-, bu ülkede başta Kürt ulusu olmak üzere, çeşitli milliyetlerden halkımıza reva görülen “birarada yaşama”nın özü ve özeti olarak görülmelidir. Bugün faşizm Roboski katliamına dair bu kadar rahat davranıyorsa, bunun arka planında bölgenin “terör” bölgesi olarak kodlanmasının payı vardır. Artık bir devlet refleksi halini almış olan “en iyi Kürt ölü Kürttür” deyimi burada da kendini göstermekte ve katliam, halkı temsil ettiği iddia edilen mekanlarda AKP tarafından aklanmaktadır.

Kürt Ulusal Sorununda Çözüm mü Çözülme mi? Son birkaç haftadır Kürt Ulusal Sorunu’nda İmralı ya da “çözüm” görüşmeleri adı altında tartışmalar yürütülüyor. Tartışmanın odağında A. Öcalan’la BDP milletvekillerinin İmralı adasında F tipi tecrit koşullarında yaptığı görüşme zaptının tutanağı bulunuyor. İlginçtir bu görüşmede de geçen ve halen aktif ulusal hareket önderliğine de ulaştırılan mektuplar ve içeriğinden bahsedilmiyor. Asıl önemli olan bu mektuplar. Ki bir “çözüm” olacaksa bu metinler üzerinden olacağı halde tartışılan yine A. Öcalan’ın siyaset yapış tarzı, yöntemi oluyor.

Mektupların içeriğine dair kamuoyuna yönelik doyurucu bir açıklama yapılmadı. Bilinen, KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan’ın da ifade ettiği üzere Abdullah Öcalan’ın mektubu konusunda önemli oranda bir kanaat oluştuğudur. (06.03.2013) Kabul edilmelidir ki son süreçte Kürt ulusal sorununda önemli adımlar atılıyor. Öyle ki TC devletinin kabul etmesi zor, hazmetmesi kolay olmayan beyanatlara ve görüntülere bile gıkının çıkmadığına tanık oluyoruz. Bunda Erdoğan’ın meseleye dair herkesi fırçalaması etkili olsa da bahsi edilen “entegre strateji”nin payı olsa gerek. Bu “gıkını çıkarmama hali” bile Türk devlet geleneği için bir adımdır ama tarihsel tecrübe bize “Osmanlı’nın unutmayacağını” da gösterir.

Aslında bu noktada ifade etmek gerekir ki en “tutarlı” olan T. Erdoğan’dır. Kendisi başından itibaren Kürt ulusal sorununu bir “terör” sorunu olarak görmeyi sürdürdü. Hatta bir ara “düşünmezsen yoktur” bile dedi! İşte böyle bir “barış elçisi” olan ve çevresi “cemaat tarafından kuşatılan” Erdoğan, “terörle mücadele, siyasi uzantılarıyla müzakere” çizgisinde sebat ediyor. Düne kadar “teröristle pazarlık” yapmayan ve hatta onun siyasi uzantılarının elini dahi sıkmayan (mecliste uzun bir süre BDP’lilerle görüşmemişti) Erdoğan, şimdi koşulların zorlamasıyla “çözüm” için “baldıran zehri içmeye” aday olduğunu ilan ediyor.

Biz Erdoğan’ın içtiği “baldıran zehrinin” gerçek muhtevasının başta Kürt ulusu olmak üzere, çeşitli milliyetlerden emekçi halkın kanı olduğundan şüphe duymayarak, kendisinin ve temsilcisi olduğu sınıfların Kürt ulusal sorununda böylesine “cesur” adımları atmasının arka planında, ABD ve AB emperyalistlerinin bölgeye yönelik politikaları olduğunun altını çizelim. Yani Erdoğan’ın içtiği baldıran zehrinin de, bağrına taş basarak attığı bu adımların sebebi Türk, Kürt uluslarından ve çeşitli milliyetlerden emekçi halkımızın çıkarları değildir.

Erdoğan zaten safını “ayaklar baş mı olacak” derken belli etmişti. Bakmayın şimdi öyle Türk Metal Sendikası’nın toplantısında emekçi kadınlar günü vesilesiyle kadınlara ve işçi sınıfına seslenip “barış” nutukları atmasına! Hiç kuşkusuz ki o politika yapıyor! Ve biliyor ki bu konuda bir adım atmazsa, süreç kendisini çözecek!

O nedenle de Öcalan ile görüşme için, “İmralı süreci değil de, çözüm süreci diyelim” (15.02.2013) demektedir. Çünkü Erdoğan biliyor ki bu meselede bir adım atmazlarsa, emperyalistler BOP çerçevesinde kendi çözümlerini dayatacaklar. Bu nedenle Türk hâkim sınıfları bölgede yaşanan gelişmelerden de hareketle (Suriye Kürdistanı ve Irak Kürdistanı’ndaki oluşumlar ve özellikle Irak’taki enerji pastasından pay alma hesabı) rol çalma hevesindeler.

Biz bu politikayı Özal döneminden “bir koyup üç alma” denkleminden biliyoruz. TC devleti Kürt ulusal sorununda “çözüm” adımları atarken amacı tamamen bölgedeki çıkarlarla ilgilidir. “Kardeş kanı”, “etle tırnak” edebiyatı tamamen hamasi nutuklardır. Onların (ve emperyalistlerin) derdi bölgede kendi kontrolleri dışında silahlı bir gücün olmasının kabul edilemezliğidir! Tüm amaçları bu gücün tasfiye edilmesi, çözülmesidir. Bu noktada bir sorun yok. Emperyalistlerden demokrasi beklenmeyeceği gibi, uşağı faşist diktatörlüklerden tam demokratik Türkiye rejimi beklemek de abesle iştigaldir.

Türk hâkim sınıfları açıktır ki kendilerinde “terör” sorunu olarak gördükleri ezilen ulusun haklı isyanını kontrol altına almak ve kısmi tavizler vererek, ezen ulusun imtiyazlarını yeniden üretmek amacındadırlar. Son dönemde sıklıkla duyduğumuz “barış Türkiye’yi uçurur”un (nedense bunu da komprador burjuvalar ve toprak ağaları söylüyor!!! ) arka planında böyle bir beklenti vardır. Ezilen ulus burjuvazisinin, ezen ulus burjuvazisiyle kimi kırıntılar temelinde uzlaşması imkân dahilindedir. Ama her halükarda olası bir “barış” durumunda hâkim sınıflar kendi sınıf çıkarlarını yeniden üretmektedir. Üstelik bu yeniden üretim daha güçlü bir temelde olacaktır. Bu noktada Kürt hareketine İdrisi Bitlisi örneğini hatırlatmak malumatfuruşluk olmayacaktır. Hele ki son görüşme tutanaklarına da yansıyan kimi ifadeler (AKP ile ilgili, MİT ile ilgili vb.) ve özellikle de Ermeni, Rum ve Yahudi gibi kimi ezilen milliyetleri de hedef gösterebilecek yaklaşımlar dikkat çekicidir.

Kürt Ulusal Hareketi bunca yıllık savaş tecrübesi nedeniyle düşmanını tanımaktadır. Var olan durumun nazikliği ve oluşan şüpheler nedeniyle Ulusal Hareketin fiili önderliği de haklı olarak A. Öcalan ile görüşme ve özellikle de Öcalan’ın tarihi tecrübeyle sabit olan güvensizliği gidermesi için ikna etmesi istenmektedir. KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan’ın ifadeleriyle: “Biz kendimizi her zamankini aşan, daha kapsamlı bir hamlesel savaşa hazırlamışız. Bu açıdan da yapımızı barışa ikna etmenin bizim için kolay olmadığını ifade etmek istiyorum. Bizim bu konuda dile getirdiğimiz ‘Önderlik devreye girmelidir’ sözü kesinlikle bir politika değil, bir gerekliliktir. Tekrar ediyorum, bir gerekliliktir. Biz şimdi belki durdurabiliriz ama belli bir noktaya kadar durdurabiliriz. Yönetim olarak, bütün bu konularda herkesi ikna etmenin bizi de aşan bir durum olacağını düşünüyoruz.

O açıdan ileriki süreçlerde Önderliğin de devreye girmesi gerektiğini tekraren vurgulamak durumundayım.” (06.03.2013) Eğer Kürt Ulusal Hareketi tasfiye edilecekse bunu en az hasarla (örneğin silahlı temelde kopuşlar yaşanmadan) yapabilecek kişi A. Öcalan’dır. Bu gerçeklik bilindiği içindir ki şu andaki pratik önderlik haklı olarak bu koşullardaki bir “barışı” ancak ve ancak A. Öcalan’ın savunabileceğini söylemektedir.

Kaldı ki A. Öcalan da basına sızdırılan tutanaklarda buna değiniyor ve hareketin kendisini anlamadığını ve sürece karamsar yaklaştığını ifade ediyor. (28.02.2013) Nihayetinde faşizmin silah elinde olana yaklaşımıyla Öcalan’a yaklaşımı arasında fark olduğu görülmektedir. Nitekim bu konuşmalara vesile olan mektupların götürülmesi sırasında Irak Kürdistanı’nda, gerillanın üslenim alanları Türk savaş uçakları tarafından bombardımana tutuluyor.

Tam da bu nedenle heyet can güvenliği nedeniyle beklemek zorunda kalıyor. Paris’teki katliamdan sonra devletin sürece dair pratik yaklaşımları güvence vermiyor. Bu koşullarda, Kürt halkı yine ve yeniden Newroz’da isyana durmuşken, A. Öcalan aracılığıyla “barış”a çağrılması ihtiyacı kendini gösteriyor. Newroz İsyandır! Zulme Karşı Direniştir! Newroz Kürt halkının görkemli direnişiyle, bu topraklarda kendini var etmiş ve başta Kürt halkı olmak üzere çeşitli milliyetlerden emekçi halkımızın düzene isyanının, gelecek güzel günlere özleminin dışavurumu olarak günümüzde bir anlam kazanmıştır.

Bugünlerde Newroz’u Newroz yapan en önemli özellik, onun isyan ruhu törpülenmek ve “Roboski Barışı”na kurban edilmek isteniyor! Newroz’u Nevruz’dan ayıran iki harf değildir. Newroz’a anlamını veren, bugünün ezilen halkların elinde bir isyan bayrağı olmasıdır. Bugüne kadar yaşanan pratik bunun kanıtıdır.

Newroz’un içeriğini boşaltmak ve hâkim sınıflar elinde Nevruzlaştırmaktır! 8 Mart’ın kızıl kadın renginden aldığımız güçle, 12-15 Mart Gazi ve Ümraniye barikatlarından, 16 Mart Beyazıt ve Halepçe kinimizle, 21 Mart Newroz isyanımızı daha da yükselteceğiz. Bu toprakların yetiştirdiği ve sosyal pratiğin var ettiği İbrahim Kaypakkaya’nın Amed 2 Nolu Zindanı’nda katledilişinin 40. yıldönümünde isyanımız ve direnişimiz tüm kararlılığıyla sürecek!

Kırk yıldır bu topraklarda isyanın ve direnişin mütevazı adı olduk! Yürüyüşümüz kâh hızlandı kâh yavaşladı, direnişimiz bazen gerilere çekildi, kimi durumlarda önemli darbeler nedeniyle sesimiz gür çıkmadı ama bu topraklarda isyan türkümüzü söylemeye hiç ara vermedik! Vermeyeceğiz de! Zafer hiç kuşkusuz ki direnen ve mücadele eden Türkiye işçi sınıfının, isyan eden Türk-Kürt uluslarından ve çeşitli milliyetlerden emekçi halkın olacak!

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu