GüncelMakaleler

MAKALE | Emperyalizmin kuşaklar boyu sürecek saldırısı: Hibrit tohum ve tohumda bağımlılık (1/2)

24 Ocak kararları, Türkiye’nin bağımlılığını perçinlerken, devletin tarım ürünlerinde destekleme alımlarını sınırladı, korumacı tedbirleri kaldırırken zirai kamu kurumlarının özelleştirmelerinin önünü açtı. Elbette bu süreç bir anda hayata geçirilemedi. Özal sonrası Demirel, Çiller, Ecevit koalisyon dönemleri ve AKP iktidarının süreçleri uluslararası tekellerin tarım üzerinde, dolayısı ile tohum üretimi üzerindeki hegemonyasını adım adım perçinlemesinin süreçleri oldular. Her iktidar, bir önceki iktidarın kaldığı yerden emperyalist tarım politikasının uygulanması için daha iştahlı davrandı.

Dünya üzerinde olabilecek her türlü saldırıya karşı önlem aldıklarını gururla savunan emperyalist devletlerin son günlerdeki en şaşalı adımı tohum bankaları. Son olarak Norveç, Kuzey Buz Denizi’nde Svalbard Takımadası’nda yer alan bir adada Svalbard Dünya Tohum Bankası oluşturduğunu kamuoyuna bildirerek, 3 milyon tohum çeşidinin her türlü saldırıya ve doğal afete karşı dayanaklı olduğunu bildirdi.

Bunca savaş, doğal afet, iklim değişiklikleri vs.nin yaşandığı dünyamızda içimizi ferahlatan bir gelişme olarak sunulan bilgilendirmede ayrıca gerektiği anda gıdaların yeniden temin edilmesi için yeterli miktarda tohumun mevcut olduğu belirtiliyor.

Oysaki Norveç’teki tohum bankasının ilk tohumları Ebu Gureyp’ten getirilmişti. Irak’taki Ebu Gureyb Tohum Bankası, ABD emperyalizminin işgali sırasında yok oldu ve insanlık, belli bitki türlerinin kullanımından mahrum bırakıldı. Bu bankanın önemi, on binyıllık safkan tohumlara sahip olmasıydı.

Dünyada genel olarak açlık ve yoksulluktan kaynaklı milyonlarca insan yollara düşmüşken ve özellikle açlığın bazı ülkeler için devasa bir sorun olduğunu göz önüne aldığımızda “belirtilen ihtiyaç”ın halklar nezdinde bir karşılığı olmadığı, ihtiyaçtan kastedilenin sermayenin ihtiyacı olduğu gün be gün daha fazla açığa çıkıyor.

İnsanlığın, en acımasız doğal afetler, savaşlar ve kıtlık zamanlarının ertesinde tohumluklarla kendisini yeniden ürettiğini 12 bin yıllık tarihten biliniyor. Mezopotamya’da (Özellikle Kürdistan coğrafyasında) açığa çıkarılan son kalıntılar ekimin, üretimin ne derece önemli olduğunu ortaya koyarken tohumun insanlık tarihi ile kopmaz bağlarına işaret ediyor.

Toplayıcılıktan günümüze evrimsel sürecin en önemli simgesi olan tohum, yeniden üretim için önemli bir kullanım değeri taşıyor. Tohumu toprağa eken köylü, ilk etapta kendi gıda ihtiyaçlarının karşılanmasını, arta kalan ürünlerin bir kısmının tohum olarak saklanmasını ve kalanları pazarda satarak diğer farklı ihtiyaçların karşılanması amaçlarını güder.

Yüzyıllara dayalı ve özelikle Mezopotamya ve Anadolu uygarlıklarının yaşam bulduğu bu coğrafyada köylülük, hiçbir devlet desteği olmaksızın tohumların günümüze kadar gelmesini sağlarken, bu coğrafya tohum çeşitliliği konusunda dünyanın ender bölgelerinden birisi haline gelmişti. Tüm bu tarihsel süreçlerde savaşların, doğal afetlerin, sömürü ve talanların yaşanmasına rağmen tohumların korunması ve zengin bir çeşitliliğinin elde edilebilmesi sağlanmıştır.

50 milyondan fazla insanın hayatına mal olan II. Emperyalist Paylaşım Savaşı sonrası, kıtlık yaşanan ülkelerde açlık ve yoksulluğu tersine çeviren en önemli hamlelerden birisinin tarım alanında yapıldığını ve kıtlığa karşı önemli oranda başarı sağlandığını Sovyet ve Çin Devrimler tarihinden biliyoruz. Şimdiye kadar hiçbir iktidar düzeni, tohum üzerinde emperyalist kapitalist düzen kadar hegemonya sağlamamıştır.

Uluslararası tekellerin ilk etapta tohum alanına yeterince ilgi göstermemeleri, tohumun yeniden üretiminin kolay ve oldukça yaygın bir şekilde yapılıyor olmasından ileri geliyordu. Ancak II. Emperyalist Savaş sonrasında bilimsel alanda elde edilen ilerlemeler vasıtasıyla hücrenin ve dolayısı ile tohumun gen haritası hakkında önemli bilgiler elde edildi. Sonraki yıllarda farklı tür bitkilerin birbirleri ile eşeyli üreme biçiminde döllenmelerinin sağlanması ile hibrit türü tohumların elde edilmesi ve genetiği değiştirilmiş organizmaların (GDO) yaratılması ile emperyalist tekellerin tarım ve tohum üzerindeki politikalarında ayırt edici bir dönem başlamış oldu.

Egemen oldukları ülkelerden başlamak üzere, bağımlı kıldıkları ülkelere yeni tarım politikaları GATT (Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaşması) ve DTÖ (Dünya Ticaret Örgütü) üzerinden dayatıldı, ayrıca yasal düzenlemelerin yapılması sağlandı. Bu yasal düzenlemeler, Türkiye gibi bağımlı ülkelerde yeşeren itirazları durdurmak için askeri darbelerle hayata geçirildi. Emperyalistlerin gıda alanını ne derece önemsediklerini, bir dönem ABD Dış İşleri Bakanlığı yapan Hanry Kissinger’in ABD Başkanı G. Ford’a 1975 yılında sunduğu rapordaki şu sözlerde görmek mümkün;

Petrolü kontrol edersen ulusları, gıdayı kontrol edersen insanları kontrol edersin”. Rockefeller ailesi ile yakın ilişkisi olan Kissinger, Birleşmiş Milletler’in Dünya Gıda Konferansı’nda, “insanların size güvenip dayanmalarını, size bağımlı olmalarının ve bu şekilde sizinle işbirliği yapmalarının yolunu arıyorsanız, onları gıdaya bağımlı hale getirmek mükemmel bir yöntemdir” diyecekti. Ancak gıda ile kastedilen sadece tüketilen mamuller olamayacak, onların tohumları da süreç için emperyalist talanın bir parçası haline gelecekti.

 

Menderes’ten Erdoğan’a tarımın emperyalistlere peşkeş çekilmesi

Tıpkı Kenan Evren’in açıkladığı gibi 12 Eylül darbesinin en büyük nedeni 24 Ocak kararlarının önündeki engellerin kaldırılması ve emperyalistlerin dayattığı bu kararların sonraki sürecin aktörü olan Turgut Özal hükümetleri vasıtasıyla uygulanması olduğudur. Nitekim dönemin sembolize olmuş söylemlerinden birisini Turgut Özal şu sözlerle dile getirmişti: “Devlet tarımdan elini ayağını çekmelidir!

24 Ocak kararları, Türkiye’nin bağımlılığını perçinlerken, devletin tarım ürünlerinde destekleme alımlarını sınırladı, korumacı tedbirleri kaldırırken zirai kamu kurumlarının özelleştirmelerinin önünü açtı. Elbette bu süreç bir anda hayata geçirilemedi. Özal sonrası Demirel, Çiller, Ecevit koalisyon dönemleri ve AKP iktidarının süreçleri uluslararası tekellerin tarım üzerinde, dolayısı ile tohum üretimi üzerindeki hegemonyasını adım adım perçinlemesinin süreçleri oldular. Her iktidar, bir önceki iktidarın kaldığı yerden emperyalist tarım politikasının uygulanması için daha iştahlı davrandı.

Toprak ve su işleri ile sonraki süreçlerde köy hizmetleri kurumları kapatıldı. Veteriner İşleri Genel Müdürlüğü kapatıldı, Et ve Balık Kurumu, TÜGSAŞ, İDSAŞ, TİGEM ve daha birçok kamu kurumu özelleştirilerek tarımsal üretim dolaysız bir biçimde sermayenin eline terk edildi. Köylülüğü, çiftçiliği ve yerel üretimi desteklemesi amacıyla kurulmuş olan Ziraat Bankası bu misyonunu yitirdi ve bugünlerde AKP yandaşlarına hizmet edecek şekilde işleyen ve bazı durumlarda diğerlerinden daha fazla faizle kredi veren bir banka halini aldı. SEK, EBK ve Yem fabrikaları elden çıkarılırken, şeker fabrikaları ise zamanla aynı kaderin kurbanı oldu.

Daha birçok kamu kurumu aynı akıbet beklemektedir. AKP iktidarı her alanda olduğu gibi, kendi yerleştirdiği tek adam rejimine uyacak şekilde kamunun tüm kurumları sermayeye peşkeş çekmeye devam ediyor ya da kapatılıyor. Sermayenin dönemsel ve anlık ihtiyaçlarına cevap vermeyen tüm kurumlar yeniden yapılandırılıyor ve tarım alanında bir dönüşümün yaşanmasını beraberinde getiriyor. Özelleştirme politikası ile devlet aygıtı aradan çıkarılarak orta ve küçük üretici konumunda olan köylülük sermaye ile karşı karşıya getiriliyor, yerel üretim uluslararası sermayenin ihtiyacına cevap olacak şekilde yeniden dizayn ediliyor.

DSP-ANAP-MHP koalisyon döneminde başlatılan tarımı, toprağı, suyu, arazi kullanımını uluslararası tekellerin talanına açık hale getirme politikası, AKP döneminde tam gaz uygulanmaya devam edildi. Bu konuda Avrupa Birliği (AB) tarafından da baskıların yapıldığını belirtmek gerekiyor. 2007 yılında AB’nin AKP’yi eleştirdiği en önemli noktalarından birisi ise devletin hala yerel tarım üretimine verdiği destek ile alakalıydı. AB, AKP’den açıkça tarımsal alanda yerel üreticinin desteklenmesini eleştirerek bu konuyu üyelik müzakerelerinde ön şart olarak koymuştu. AB’li emperyalistlerin, Türkiye’yi tarım ve tohum noktasında kendilerine bağımlı kılmasının tarihi olarak 2008 yılı bir dönüm noktası olmuştur.

Devam edecek…

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu