Makaleler

Ütopik yanılsamalara inat teorinin önceliği ve öneminde ısrar…

Burjuva devrimcileri geçmiş ile şimdi arasında kurdukları ilişkide ütopik bir yanılsamaya yer veriyorlar. Bu yanılsamanın ne olduğu ve ona neden gerek duyduklarına dair sorulara, Fransız Burjuva Devrimi bağlamında Marks cevap veriyor. Marks, toplumsal devrimi, Fransız Devrimi’nin karşısına koyuyor ve yeni toplumsal devrimin ütopyaya ihtiyacı olmadığını belirtiyor.

18. Brumaire’de Marks şunları yazıyor: “19. yüzyıl toplumsal devrimi şiirsel anlatımını geçmişten değil, ancak, gelecekten alabilir. Geçmişin bütün hurafelerinden kendisini sıyırmadan kendisiyle başlayamaz. Daha önceki devrimlerin kendi içeriklerini kendilerinden gizlemek için tarihsel anımsamalara gereksinimleri vardır.” Fransız devrimi yeni tarih sahnesinde kendi zamanında saygın olan kılıktan ve geçmişten ödünç aldığı dille çıkmış ve yerini almıştır.

Burjuva devrimcileri geçmişe giderek geleceğe yöneliyorlar ve geleceğe yönelirken geçmişi önlerine katmaları bir yanılsamadır ama gerekli bir yanılsamadır. Eşitlik, özgürlük ve adaletin Roma’da gerçekleşmesinin örnekleri olmadan burjuva devrimleri ne kendilerini ne de kitleleri seferber edebilirlerdi. Burjuva devrimcilerinin içinde bulundukları şimdiki zamanın önceliklerinden hareket ederken geçmişe gerek duymalarının nedeni, devrimin dar sınıfsal burjuva içeriğini kendilerinden gizlemek için geçmişin sağladığı fazlalıktan, yani içeriksizlikten yararlanmalarıdır. Sadece ezilen kitleleri değil, kendilerinin de eşitlik, özgürlük ve adalet için mücadele ettiklerini, bunlar için ölüp öldürdüklerine inanmaları gerekiyordu. Aksi halde bir adım bile öne doğru adım atamazlardı. Somut fiili gerçek de, burjuva devrimi kitleleri sadece feodal sömürü düzeninden kurtarabilirdi ve bunu da, onları burjuva kapitalist sömürü düzenine tabi kılmak için yapar. Biçimsel olarak özgürlük ama bir üst aşamada kurulmuş yeni sömürü düzeninde tam bir eşitsizlik.

Bu yanılsama burjuva devriminin kendine özgü sınıfsal çelişkisine dayanıyor. Burjuvazi doğuşundan itibaren kendi karşıtının baskısı altındadır. Feodal soyluların elinde bulunan devlet iktidarını ele geçirmek için verdiği mücadelede ezilenleri kendi tarafına çekmek zorundadır. Ezilenler olmadan tek başına bunu başaramaz. Ancak burjuvazi de ezilen bir sınıf olduğu için, burjuva devrimcileri, kendilerini sadece burjuva sınıfının değil, tüm insanlığın temsilcisi olarak gösterirler. Kendi sınıfsal çıkarlarına evrensel bir görünüm verirler.

Burjuvazi, devlet iktidarını ele geçirme mücadelesinde, ezilen kitleleri eşitlik, özgürlük ve akıldan oluşan hümanist ütopyacı bir ideoloji içinde seferber eder.

Burjuvazi feodal toplumda zaten sahip olduğu için hümanist bir insan ideolojisi oluşturup, ezilen kitleleri bu ideoloji içinde, kendi politik hedefleri doğrultusunda seferber etme imkânına sahiptir. Ütopik yanılsama burjuvazinin devlet iktidarını ele geçirmede kullandığı ideolojik bir biçimden başka bir şey değildir.

Marks’ın farklı ideoloji tanımları olsa da, Marks başından egemen sınıfın önce ideolojik sonra da politik mücadelede rol oynaması gerektiğini kabul eder. Marks için egemen sınıfın ideolojisi sadece ezilenin üzerinde burjuvazinin egemenlik kurmasına yaramıyor; aynı zamanda, ezilenlerin dünya ile yaşanan ilişkilerini gerçek ve doğrulanmış olarak kabul ettirerek burjuvazinin egemen sınıf olarak oluşmasını da sağlıyor. Kitleler değişen gerçek varlık koşullarına kendilerini uyarlamak için tavır ve davranışlarını değişen koşullara uyumlu hale getirmek zorundadır. Ancak onlar bunu yani tavır ve davranışlarını burjuva sınıf yararına yaparken yine ideolojiden yararlanırlar.

Ezilenler, feodal sömürü ilişkilerinin parçalanması için ayaklandıklarında, içinde bulundukları koşulları değiştirmiş oluyor. Fakat toplumsal konumlarında herhangi bir değişim meydana gelmez. Feodal sömürü ilişkileri parçalanmıştır, fakat bir üst aşamada sömürü ilişkileri yeniden kurulmuş ve yeni düzende ezilenler yine ezilen, sömürülen konumundadır. Özgürlük ve eşitlik için devrime katılan ve mücadele eden ezilen kitlelerin beklentilerinin gerçekleşmemesi ve yeni sömürü ilişkilerinin kurulmuş olması, ezilenlerin kurulan yeni toplumsal ilişkiler içinde kendilerini acı çeken zümre olarak göstermesinin yolunu açar. Ezilenlerin attığı acı çığlıklara duyarsız kalmayan sosyalizmin kurucuları gerçekten uzak, ütopik teorileriyle ezilenlerin acı çığlıklarını dindirmeye çalışırlar. Ezilenlerin yararına düşünürken, onlar da burjuva sınıfın temsilcilerini takip edip, kendilerini acı çeken sınıfın değil, tüm insanlığın temsilcisi olarak sunarlar. Tüm insanlığı kurtarmak isterler. Elbette ezilen sınıf yararını düşünüp gözetirler fakat reddetseler de esasında burjuva ideolojisinin beslendiği temalardan onlar da beslenirler.

Ezilenlerin pratik ideolojisi, kapitalist üretim biçimini haksız ve adaletsiz bulup eleştirirken, kendiliğinden Marksist teorinin belirli analizlerinin sonuçlarına ulaşır. Ancak, eleştiriyi kapitalizmin işleyişinden ziyade ortaya çıkardığı sonuçlara bağlar. Bu nedenle de, toplumsal gerçekliği açıklayamaz, iç hareketini ortaya çıkaramaz. Sadece kapitalizmin olumsuz sonuçlarını ve insanı insanlıktan çıkaran koşullarını eleştirir. Marksizm’in kapitalizm eleştirisi ezilenlerin pratik ideolojisinin bu sonuçlarını kapsar. Marksizm, kendisini bir ideoloji olarak oluştururken ezilenlerin pratik ideolojilerinden de faydalanır.

Burjuvazi ve proletarya arasındaki karşıtlığı ve çelişkiyi işçi sınıfının ve ezilenlerin kapitalizmden ayrılmayan sömürüsünü tarihsel bağlantıları içinde  bir yandan  kapitalizmin tarihinin belli bir dönemi için zorunlu ama önceki üretim biçimleri gibi gelip geçici olduğunu, bir arada düşünmeyi gerektirir. Bunu ancak Marksist teori sağlayabilir. Ezilenler, kendi konumlarından bu sonuçlara ulaşamazlar, bu konumlardan Marksizm de ezilen bir ideoloji olarak görülür.

Ezilenler kapitalist düzenden ayrılmayan sömürüleri nedeniyle, kapitalist düzenin haksızlık ve adaletsizliğine hükmedip, onun insanlıktan çıkarıcı koşullarına karşı isyan etmekte haklılar. Bu aynı zamanda ezilen-sömürülenlerin kendiliğinden devrimciliklerinin de zeminidir. Ancak, ezilen ve sömürülenler, içinde yaşadıkları toplumsal gerçeği ve bilgilerini de reddederek eyleme yöneliyorlar. Hiçbir yararını görmedikleri gerçekliğin bilgisi, bu durumda ezilen sınıflara özdeş görünür. Bu özdeşlik ilkesi gereğince, toplumsal gerçeği ve bilgisini reddetmeleri ezilen sınıfları “bağımsız bir siyasal eylem yeteneksiz kılar.” Kendi kendine yardım yeteneksizliği içinde ezilen sınıflar sadece, kendi toplumsal konumlarının kendilerine yüklediği muhalif rolünü yerine getirebiliyorlar. Bu aynı zamanda ezilen sınıfların kolayca isyancı muhalif ve yıkıcı olan ezilen sınıflar, toplumsal gerçeklikle ilişkilenip bir düzen kurmak istediklerinde kendilerini bu sefer de egemen iktidarlarla özdeşleştirip onların kurucu siyasetlerini ediniyorlar.

Burjuvazi egemen sınıf olarak, gerçeklikte pozitif bir ilişki içerisindedir. Çünkü burjuvazinin de içinde yaşadığı gerçeğin bilgisi kendisinin egemen olmasının bilgisidir. Onun için de burjuvazi için bilgi güçtür, ama bu güç bilgiden ileri gelmez, burjuvazinin egemen  sınıf olmasından ve onun toplumsal konumunu  yansıtmasından  ileri gelir. Toplumsal gerçeklikle dolaysız ilişkilenmenin sonucunda burjuvazide bilgilenme, ezilenlerde ise olan ve onun bilgisinin reddini doğuruyor.

Gerçeklikle dolaysız ilişkilenmesinde burjuvazi özgürdür. Çünkü kendi konumundan bildiği, kendinin egemen olduğunun bilgisidir. Onun içinde burjuvazi eşitliği, yasa önünde eşitliğe indirger. Burjuva  hukuku için yasa önünde herkes eşittir. Buna karşılık ezilenler özgür olmadıklarını, ezilip sömürüldüklerini biliyorlar ama “bu bilmek”teki bilgi onlara ezilenlerinin ne kadar doğal ve nesnel olduğunu verir. Bu nedenle de ezilenler alanı ve bilgisini özdeş görüp reddediyorlar, ütopyaya sığınıyorlar. Ancak olmayan bir dünyanın egemeni olabiliyorlar. Özgür olmak için egemen olmak gerekiyor. Bu anlamda ezilenler gerçekle ilişkilenmek istediklerinde, kendilerini bu dünyada egemen olmayan iktidardan ayıramıyorlar, özgür olmak için onunla kendilerinin özdeşleştiriyorlar.

Ezilen sömürülen sınıflar gelecekle ilişkilenmede şu veya bu yolu seçebilirler ama ezilme konumları değişmediği müddetçe ütopyacı olmaya devam ederler. Bu bağlamda Marksizm dışında hiçbir ezilen ideolojisi toplumsal gerçek ile onun bilgisi arasında devrimci temelde bağ kuramaz ve ezilenlerin kendi kendine yardım edecek, bağımsız siyasal eyleme yetenekli kılamaz.

Aydınlanma felsefesinden kopamayan halk devrimcileri burjuva devrimcilerinin peşine takılarak insan ideolojisi ve aydınlanma imgesi içinde kendi pratiklerini düşünüyorlar. Tüm arayışları, burjuvazi devrimcilerinin oluşturduğu politik erdeme dair ahlak ideolojisinin davranış biçimlerinin politika alanında karşılığını oluşturmaktan ibarettir. Böylece onlar da ezilenlerin devrimciliğinin geleceğine dair yaklaşımlarında burjuva devrimcileriyle yanılsamayı paylaşırlar.

“Her yenilginin iki sebebi var” diyen Kaypakkaya yoldaş ise, politikanın öznel, imgesel temsilinden fiili hakikatine yöneliyor. Böylece politikanın sadece teknik kavranışından değil aynı zamanda bir politika ideolojisinden de kopmuş oluyor. Bu kopuş, felsefede materyalist tavır almaya olanak tanıyor. Kaypakkaya yoldaş, gerçeğin bilincimizden bağımsız, varlığını politik bağlamda şöyle ifade ediyor “Dış dünyanın kanunlarını kavrayıp düşüncesini ve davranışlarını bu kanunla uydurmayan yani gerçeğe aykırı davranan yenilgiyle uğrar (…)

İşçiler ve köylülerin yenilgisi de bu sebepten ileri gelir. İşçiler ve köylüler objektif olarak yenme imkânına sahiptir: Subjektif olarak gerçeği kavradıktan ve mücadeleyi bu gerçeğe uygun olarak yürüttükten sonra yenmemesi için sebep yoktur.” Politika teorik olarak gerçeğin dışında, pratik olarak içinde yapılır. Politika yapabilmek için gerçeği tanımak gerekiyor. Gerçeği reddetmek politikanın reddedilmesine yol açıyor ama gerçek ancak teorik olarak bilinebilir. Teori olmadan devrimci pratik olmaz.

İbrahim yoldaşın yaklaşımı gerçeğin materyalize edilmesi ve materyalizmin teorik savunusu olanaklı hale getiriyor.

Kaypakkaya’nın yaklaşımı ezilenleri gerçekle pozitif bir ilişki içerisine koyarken onlara bağımsız bir siyaset izleme olanağı sunuyor.

Ezilenlerin kurtuluşunu insan ideolojisi içinde düşünenler ezilenleri burjuva ideoloji dünyasına mahkûm ederken Marksizm’in “bilimsel” önermelerini de  felsefeleştirmekteler. Kaypakkaya bu topraklarda ezilenlerin kuruluşunu burjuva  ideoloji dünyasının  dışında düşünmenin yolunu eylemi ve sözüyle açmıştır. O başka bir dünyadandır; Marks, Engels, Lenin ve Mao’nun olduğu dünyadandır.

 

(Bir ÖG okuru)

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu