MakalelerPusula

Mehtap Kara’nın anısına: GÜLÜŞÜNÜZÜ ASTIK YANIBAŞIMIZA!

Uzun ve zorlu bir yürüyüş bizimkisi… Yol uzadıkça, engeller-tehlikeler arttıkça yürüyüş daha da zorlaşır. Yürüyüşün zorlaşmasına paralel, kimileri bir süre sonra gidilen yolun yanlış olduğunu söylemeye başlar, kimileri daha kolay yollar aramaya başlar, kimileri yorulur ve yürüyüşü yarım bırakır. Kimileri ise her türlü zorluğa ve bedel ödemeye rağmen; mücadele içerisinde bedeller ödenmeden ilerlenemeyeceğini bilerek ve bu bilginin yönlendirmesiyle yaşadığı olumlu-olumsuz her olayı kendisini daha da güçlendiren deneyimler şeklinde değerlendirerek kararlıca yoluna devam eder. Sırası geldiğinde de elindeki kızıl bayrağı, yoldaşlarına devreder; daha da yükseltsinler diye… Bu tarih boyunca hep böyle olmuştur. Direniş geleneğinin temsilcileri olarak isimlerini sürekli saydıklarımızı düşünelim; tarih öncesinden Spartaküs’ü, sonra Şeyh Bedrettin’i, Mustafa Suphi’yi, Seyit Rıza’yı, Deniz’i, Mahir’i, İbo’yu ve daha nicelerini düşünelim. Hangi direnişçinin, hangi devrimcinin yaşamı “kolay” geçmiş ki? Sürgünler, aranmalar, işkenceler, yokluklar içinde imkan yaratmaya çalışarak, mücadele içerisindeki sorumluluklarını en iyi şekilde yerine getirmeye çalışarak geçmiş yaşamları! Hangisinin ölümü “doğal” yolla olmuş ki? Asılanlar, yakılanlar, çivilenenler, boğulanlar, kurşuna dizilenler, bedenlerini açlıkla günbegün eritenler…

Mehtap Kara yoldaşımızın sonsuzluğa uğurlanış haberini aldığımda aklıma bunlar geldi ilkin… Canlarımızı sonsuzluğa, güneşin sofrasına her uğurlayış haberini aldığımızda yüreğimiz acıyor, kabullenmekte zorlanıyoruz. Mücadelemizin bir gerçekliği olduğunu bildiğimiz halde, almak istemediğimiz haberler bunlar. Ama eğer mücadeledeysek, “kabullenmekte zorlandığımız” bu haberlerin her an gelmesi olasılığı var.

Mücadelede kadın olmak; kendinle yani mücadele öncesinde erkek otoritesi altında, darlaştırılmış hatta bazı yönleriyle körleştirilmiş, çarpıklaştırılmış bilinçle daha fazla mücadele etmek demektir. Erkeklere oranla çok daha fazla zinciri kırmak zorunda olmak demektir. Bin yılların edilgenliğinin, suskunluğunun, nesne olarak görülmenin ve yaşamanın yarattığı şekillenişi kırmak-atmak kolay değildir. Hatta bazen bu geri yanların farkına varmak ve sonrasında bunu kabullenmek bile uzun bir süreç alabilmektedir.

Süheyla (Emel Kılıç), Ayfer (Dilek Polat), Doğan (Aşkın Günel) ve Mehtap Kara yoldaşın gerillaya katıldığı dönemleri düşününce; aynı süreçlerde gelmesine rağmen Aşkın’ın ve başka erkek yoldaşların hızlı ilerleyişlerini, ataklıklarını, fikirlerini rahatça söylemeleri geliyor ilk olarak aklıma. Kadın yoldaşlardan ise -yaşanma oranlarında farklılıklar olsa da- edilgenlik, kır yaşamını, araziyi, askeri faaliyetleri kavramada zorlanma, bazen de askeri işlerden ziyade, ta çocukluklarından itibaren üzerlerine yüklenen işlere -iaşe işlerine- bir yönelme vardı. Askeri disiplinin zorunluluğunun kavranmasında, her bir komutun ciddiyetini ve bazen hayati önem taşıdığını anlayıp-içselleştirmekte erkek yoldaşlara göre bir zorlanma vardı. Gerilla olarak, devrimci kişiliğe yaklaştıran adımların zorluğu her yönüyle hem bedensel zorlanmayla, hem de kişilikteki dönüşümlerle yaşanıyordu. Ya bu zorlanmalara rağmen bunlar aşıla aşıla ve her bir zorluk aşıldığında güçlenerek yola devam edilecekti ya da…

Buradaki ayrım noktası çok önemli: mücadelenin anlamsızlığının, her şeyin uzlaşarak çözülebileceğinin, silahlı mücadelenin, KP’lerin gereksizliğinin üzerinde yükselen tasfiyecilik rüzgarının en güçlü estiği dönemlerde; tüm zorlanmalara rağmen ileriye doğru adım atma gücü ve kararlılığına sahip olmak, bedel ödemeden çekinmemek yani; düşmanın yoğun ideolojik-politik-askeri saldırılarına rağmen ve bunların en etkili olduğu dönemlerde, her türlü zorlanmaya rağmen, mücadelede ısrar etmenin, değişip-dönüşme hedefinden hiçbir şekilde vazgeçmemenin ve bu noktada yoldaşların desteğini-yol göstericiliğini sonuna kadar “kullanabilmenin” andı olmak yani kadınlar olarak Süheyla, Ayfer, Hatice olabilmek içinden geçilen süreçten kaynaklı her zamankinden çok daha önemlidir.

Gerillaya katılımdan 3 yıl sonrası geliyor aklıma. Geçirilen zorlu yaz mevsimindeki faaliyetleri bir Süheyla yoldaş, bir Mehtap yoldaş anlatıyordu. Girilen çatışmalar, yaşanan zorluklar, köylülerle kurulan iletişim, pusulardan çıkışlar ve daha birçok anlatım; zincirlerin nasıl birer birer kırıldığını gösteriyordu.

Mehtap yoldaş, düştükleri pusudan çıkışlarını an an tekrar yaşıyor gibi anlatmıştı. Pusu olmasından kaynaklı düşmanın ilk andaki üstünlüğü, alınan doğru ve soğukkanlı kararlarla birliğin lehine çevrilmişti. Aşkın’la komutan yoldaşın attıkları tüfek bombalarının, düşman saflarında yarattığı paniği “komutanım, komutanım; bunlar çok farklı silahlar-bombalar kullanıyorlar” diye bağrışmalarını gülerek anlatmıştı. Bu anlatışta da gerillaların-devrimlerin en belirgin özelliği çıkıyordu yine; yaşanan en tehlikeli olayda bile sonrasında gülünecek bir yan bulmak. Bu özellik belki de; her zaman devrimcilerin yanı başlarında olan tehlikeleri-ölümü; diğer “olağan” her olay, gelişme ile aynı görmekle ilgilidir. Çok şifli bir yer olduğu için geri çekilirken çantaların nasıl takıldığını, her bir yoldaşın diğerine yardım ederken şiflerden dolayı yaşanan zorlukları ve bunların içerisindeki ilginçlikleri, pusuya düşmeden kısa bir süre önce yanlarına aldıkları şeker pancarlarını “mecburen” ve “üzülerek” bırakışlarını bol bol gülerek, kendisine özgü anlatımla “bir görmeliydin yoldaş” diyerek anlatmıştı. Artık 2000’deki yani gerillaya ilk katılıştaki duvarlar yıkılmıştı; önüne set çekilen suların bentleri yıkmasıydı yaşanan. Ama bu yıkış; doğa olaylarındaki gibi amaçsız, her şeyi silip-süpüren değil, nereye varacağını, neleri yıkacağını ve ilerlerken nelere hayat vereceğini bilen bir yıkıştı, ilerlemeydi.

Yoldaşla son görüşmemizde, hepimizi gece birliklerin ayrılacağını biliyor olmanın yarattığı hüzün sarmıştı… Köz başı sohbetlerimizden birini yaptık yine. Dilek, Aşkın ve Muharrem yoldaş da oradaydı. Aramızda olmayan yoldaşlarımızı, sohbetimize konuk ettik, bazen gözlerimiz doldu, bazen güldük. Ve komutan yoldaş; “artık yatma zamanı” dediğinde; bir gün mutlaka mücadelenin x ve y noktalarının kesiştiği yerde buluşacağımıza dair sözleştik.

Gece yarısı her bir birlik başka bir yöne doğru yola çıktı. X ve y noktalarının nerede, ne zaman, nasıl kesişeceğini bilmeden ve aslında bu kesişmenin olup olmayacağından emin olamadan, ama bunu umut ederek ayrıldık…

Aradan epey uzun bir zaman geçti. Ve yoldaşı güneşin sofrasına diğer canlarımızın yanına uğurladığımız haberi geldi. Ayrılırken bir gün illa ki buluşacağımızı umut ettiysek de bu bedenen olmadı. Ama mücadelemize kattıklarıyla, yürüyüşüyle ve güleç yüzüyle tıpkı diğer şehit yoldaşlar gibi astık hep yanımızda…

 

(Bir yoldaş)

  

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu