Makaleler

Parti ve Devrim Şehitlerini Anma Haftası Vesilesiyle Bir Kez Daha: “VARILACAK YERE KAN İÇİNDE VARILACAKTIR!”*

2013 yılı ülkemiz açısından bir yandan bir yıl önceki Roboski katliamını tekrar edercesine 2012’nin son günlerinde, gerillaların kimyasal gazla katledilmesinin (Amed/Lice 10 gerilla) ardından, yine ve yeniden gerçekleştirilen saldırılar sonucunda onlarca Kürdün tutuklanmasıyla (İzmit/Siirt vb.); diğer yandan da işçi cinayetlerinin artarak devam edeceğinin (8 Ocak Zonguldak/Kozlu’da 8 maden işçisi öldü) işaretlerinin verildiği haberlerle başladı.

Gündemi en çok meşgul eden, Kürt Ulusal Hareketi’nin önderi A. Öcalan ile müzakerelerin başladığının açıklanması ve hemen akabinde, İmralı F Tipi Hapishane’de A. Türk ve A. Akat’ın, ziyaretinin gerçekleşmesi oldu. Yaşananlar Ulusal Hareket’in sonbaharda hapishanelerde gerçekleştirdiği Süresiz Dönüşümsüz Açlık grevinin hedefine ulaştığını da gösteriyor. Sürecin hangi aşamada seyredeceği ve nasıl bir biçim alacağına dair şimdiden bir yorum yapmak acele olacaktır.

Ancak devlet kaynaklarından sızdırılan haberlere ( 9 Ocak/Yeni Şafak/Abdülkadir Selvi) itibar edilecekse, hedeflenen 5 aşamalı bir yol haritasının hayata geçirilmesinin planlandığı, 2013 Mayıs ayında sürecin bitirilmesinin amaçlandığı ve hedeflenenin tıpkı Öcalan’ın yakalanmasında olduğu üzere, yapacağı bir çağrıyla gerillanın sınır dışına çekilmesi ve silahlı mücadelenin sonlandırılması olarak açıklanıyor. Kürt Ulusal Hareketi önderliğinin Demokratik Özerklik’ten vazgeçtiği, kimi yeni yasal düzenlemelerin yapılacağı sözlerinin verildiği vb. yapılan haberler arasında.

Tüm bunlar yaşanırken Fransa’da birisi Ulusal Hareketin önder kadrolarından olmak üzere 3 kadının katledilmesi her açıdan dikkat çekicidir. Özellikle de TC devleti tarafından ilk elden ve alelacele yapılan “provokasyon” ve “örgüt içi infaz” açıklamaları manidardır. Bütün ömrü devrimci örgütlere, silahlı mücadeleye karşı kin kusmakla geçmiş ve her ağzını açtığında “dış ülkeleri teröre destek vermekle” suçlayan Cemil Çicek; “terör sorunu bizim sorunumuzdur, çözecek olan da biziz” (Radikal, 11 Ocak) diyecek kadar meseleyi sahiplenmiş durumdadır. Ancak bu “sahiplenme”nin bizzat bu katliamın sorumlusunun TC devleti mi olduğu, yoksa “dış güç”ler mi olduğunu zaman gösterecek.

Tüm bu yaşananlar bir yana, şu aşamada “desteklenmesi gereken talebin”, eğer bir müzakere yürütülecekse, tarafların eşit koşullarda olması olduğu açıktır. Ya T. Erdoğan, İmralı’da hücrede tecrit koşullarında olacak ya da Kürt Ulusal Hareketi önderliğinin diyalog kurmasının azami koşulları sağlanacaktır. Ama T. Erdoğan adeta dalga geçercesine talimatıyla Öcalan’a TV verildiğinden bahsediyor ve 12 metrekarede “insanca yaşadığından” dem vuruyor.

 

Sınıfsal temelli yaklaşım

Bizler açısından ise daha önceden defaatle ifade edildiği üzere Kürt ulusal sorunun gerçek çözüm yolunun Demokratik Halk Devrimi’nden geçmesidir. Ulusal sorunun varlığını kabul etmeyenler, çözümüne dair de kendi istekleriyle bir adım atamazlar. Çünkü ulusal sorunun kaynağında Türk hakim sınıflarının bir bütün olarak Kürt ulusuna uyguladıkları ulusal baskı vardır. Bugün Türk hakim sınıflarına adım attıran bir yanıyla Kürt halkının silahlı mücadelesi ve direnişiyken, diğer yanıyla bölgede ortaya çıkan konjonktürdür. Türk hakim sınıflarının adım atmasını sağlayan gelişmeler, Suriye’de yaşananlar ve Suriye’nin kuzeyinde belirginleşen Suriye Kürdistanı oluşumu ve Irak’ta yaşananlar ve özellikle de Irak Kürdistanı’nda vücut bulan Kürdistan Özerk Yönetimi ve bu yönetimin denetiminde olan petrol kaynaklarının, Türk hakim sınıflarıyla paylaşılması ihtimalinin ortaya çıkmasıdır.

Kanımızca günümüzde de tek hedef vardır. Kürt Ulusal Hareketinin bilhassa silahlı güçlerinin tasfiye edilmesi, bir tehdit unsuru olarak görüldüğü için ne yolla olursa olsun ortadan kaldırılmasıdır.

Bu durum Kürt Ulusal Hareketi önderlerinin de bilgisi dahilinde olduğu görülmektedir. Ne var ki verili koşullarda, A. Öcalan’ın ileriye sürdüğü taleplerin kabul edilmesinin Kürt ulusal sorununa çözüm olmayacağı gibi, eldeki güçlerin silahsızlandırılması tehlikesini barındırdığını da ifade etmek gerekir. Sürece temkinli yaklaşmak ve özellikle de bir önceki süreçte gerillanın çekilmesinde yaşanan yüzlerce kaybı unutmamak gerekir. Bu süreçte adım atılırsa, gerillanın sınır dışına çekilmesinde kapsamlı saldırılar yaşanmasa bile, sorunun nihai olarak çözülmediği/çözülemeyeceği akıldan çıkarılmamalıdır.

Bizler açısından bu süreçte asıl olan, Kürt halkının demokratik devrimimizde önemli bir bileşen olduğu, özellikle de işçi sınıfımızın önemli bir bileşeninin Kürt proletaryasından ve yine köylülüğün önemli bir bileşeninin de Kürt yoksul köylüsünün olduğu gerçeğinin bilinmesidir. Ne olursa olsun varılacak herhangi bir çözüm, Kürt halkının temel taleplerini karşılamaktan uzak olacaktır. Bu taleplere nihai olarak yanıt olacak olan, (konumuz bağlamında) başta Kürt ulusunun KKTH’nı kayıtsız şartsız gerçekleşmesini sağlayacak olan; Kürt, Türk uluslarından ve çeşitli milliyetlerden halkımızın öncü ve önder gücü Proletarya Partisi’dir.

Tüm bu yaşananlardan bizlerin çıkaracağı temel sonuçlardan bir tanesi, ülkemizde Kürt ulusal sorunu da dahil olmak üzere, ulusal sorunun gerçek çözümünün sınıfsal temelli bir yaklaşımla olabileceği ve silahlı mücadelenin bu ülke topraklarında esas mücadele biçimi olduğu gerçeğinin bir kez daha pratikte altının çizilmesidir.

 

Tasfiyeci Saldırıya Karşı

Mücadele Edelim!

İçinden geçtiğimiz süreç başta komünist hareket olmak üzere, devrimci harekete yönelik, silahlı mücadelede ısrarlı olan parti ve örgütlere yönelik düşman saldırılarının hız kesmeden devam ettirildiği bir sürece karşılık gelmektedir. Bu saldırıların önümüzdeki süreçte de devam edeceğini öngörmek zor olmasa gerek. Özellikle de reformist bir hatta da olsa Kürt halkının devrimci dinamiğini arkasına alan ve silahlı bir direniş içinde olan Kürt ulusal hareketiyle, TC devleti arasında yaşanan görüşmelerin sonucunda ortaya çıkan tasfiyeci anlayışların güçleneceği bir sır değildir.

Hemen hemen herkesin “barış” dediği, birkaç devrimci örgüt dışında silahlı mücadelenin lafının dahi edilmediği bir süreçte, silahlı mücadelede ısrar “pek akıl kârı görünmüyor!” Hatta kimi burjuva kalemlerce ve kendisine ilericiyim diyen bir kısım çevrede (bunlardan bazıları kendisine devrimci diyor ve dikkat çekici bir biçimde gençliğin bir kısmını etkiliyor ki bu da bizim eksikliğimizdir) silahlı mücadele çizgisinde ısrar “çaresizliğin”, “sıkışmışlığın” ve illaki de “bir kaç kendini bilmezin çabası” olarak görülüp propaganda ediliyor. Gerçi bu saldırılar ilk değil, son da olmayacak ama bu dönemde daha da artacak.

Mahirler, Denizler, İbrahimler ve Mazlumlar; Türk, Kürt uluslarından ve çeşitli milliyetlerden Türkiye halkının demokrasi, eşitlik, bağımsızlık yolunun nerede olduğunu fazlasıyla gösterdiler. Onlar Kızıldere’de “dönmeye değil ölmeye geldik”, Ulucanlar’da idam sehpalarında “Yaşasın Türk ve Kürt halklarının birliği” diyerek, Amed Zindanında “ser verip sır vermeyerek” ve yine Amed zindanında “ateş olup harlayarak” yürünmesi gereken yolu, izlenmesi gereken çizgiyi oldukça berrak biçimde gösterdiler.

Tekrar beyan etmek gerekir ki; Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkının kayıtsız şartsız kabulü silahlı mücadeleden, halk savaşında ısrardan geçiyor. Türk, Kürt uluslarından ve çeşitli milliyetlerden halkımızın tek ve gerçek kurtuluş yolu, halk savaşında, onun günümüzde aldığı özgün biçim olan gerilla savaşında ısrardan geçiyor.

Halkımızın geleceğini kurmak, demokratik halk devrimini gerçekleştirmek, bağımsız, eşit ve onurlu bir ülkede yaşamak ancak ve ancak silahların eleştirel gücüyle sağlanabilir. Ülkemizde iktidar ancak ve ancak zor yoluyla, devrimci şiddetin devreye girmesiyle elde edilebilir. Bu tecrübe fazlasıyla sabittir. En ufak bir demokratik hakkın elde edilmesinin zor yoluyla bastırıldığı, basın açıklamalarına dahi azgın bir faşist terörle saldırıldığı bir ülke gerçekliğinde yaşıyoruz.

İşte işçi sınıfının durumu! Artık olağan hale gelen iş cinayetleri sonucunda her gün birkaç işçinin katledildiği haberlerini alıyoruz. “Taşeron çalışmayı kaldırdık, bütün işçiler taşeron oldu” denilerek işçi sınıfıyla alay ediliyor adeta! İşçi sınıfına neredeyse 19. yy’ın vahşi kapitalizm koşulları dayatılıyor. Yarı-feodal tarzla birleşen sömürü katmerleşiyor. Sınıf mücadelesi kendi mecrasında bütün yakıcılığıyla ve illaki de kan, ter içinde devam ediyor. Artık iş cinayetleri trafik kazalarını yakalamış durumda neredeyse. Bu durum bile ülkemizde sınıf mücadelesinin acımasızlığını, sertliğini ve sınıfa karşı sınıf tavrının zorunluluğunu ortaya koyuyor.

Bu koşullar altında içinde bulunduğumuz Ocak ayının son haftası, geçmişten geleceğe köprümüz olan, devrim ve komünizm şehitlerini andığımız bir sürece karşılık geldi. Zor süreçlerden geçiyoruz. Ancak unutmamak gerekir ki devrimci ve komünist hareket daha kötü günlerden geçti. Bugün halen bu topraklarda demokratik halk devriminden bahsediyorsak bunu şehitlerimize borçluyuz. Devrim ve komünizm şehitlerini bir kez daha anıyoruz. Bu kavgada rehberimiz şehitlerimiz ve ideolojimizdir. Onlardan güç alıyor ve savaş çağrımızı bir kez daha tekrarlıyoruz. Ülkemizde devrim ancak ve ancak uzun süreli Halk Savaşı’yla ve bunun günümüzde aldığı biçim olan gerilla savaşı pratiği içinde “tırnakla sökülüp kazanılacaktır!*”

* Nazım Hikmet Ran’ın “Zafere Dair” şiirinden

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu