GüncelMakaleler

POLİTİK-GÜNDEM | Irkçı Faşist Saldırıların Faili Devlettir! BİRLEŞECEĞİZ, FAŞİZMİ EZECEĞİZ!

"Bulunduğumuz her alanda Kürt halkıyla dayanışma içinde olmak, hakim ulus şovenizmini şiddetle mahkum etmek ve ırkçı faşist saldırıların hesabını birleşik devrimci mücadeleyle sormak, katillere, faşist devlete verilecek en iyi yanıt olacaktır."

Gündem çok hızlı değişiyor. Dün bir mafya elebaşının ifşa ve itiraflarını tartışan kamuoyu ardından mültecilik bağlamında ırkçılığı ve devamında da ülkenin dört bir yanında yaşanan yangın felaketini konuştu. Son olarak da Konya Meram’da Kürt bir ailenin katledilmesi gündem oldu.

Gündemin çok hızlı değişmesi beraberinde bir konuya odaklanmamızı zorlaştırmaktadır. Bu durum, devrimcilerin sorunun esas halkasının bilincinde olması ya da daha net bir ifadeyle yaşanan sorunların ve kamuoyunda tartışılan gündemlerin gerçek nedenlerini bilmelerine rağmen, birbiri ardına hızlıca değişen gündemlere dair halka gerçeği ifade etmelerini zorlaştırmaktadır.

AKP-MHP faşist iktidarı yaşamış olduğu sıkışma halini atlatabilmek ve iktidarını korumak adına “beka sorunu” olarak tanımladığı hamleler yapıyor. Bir yandan emperyalistlerin özellikle de ABD emperyalizminin desteğini almak için Afganistan’a asker yazılırken, diğer yandan içerde her olanağı ve imkanı kendi çıkarı için kullanmaya çalışıyor.

AKP-MHP faşizmi, ABD emperyalizminin Afganistan’dan çekilme hamlesini NATO üyeliği aracılığıyla Afganistan’da asker konuşlandırarak karşılamak ve böylelikle Türkiye ekonomisinin içinde bulunduğu ekonomik krizi bir nebze olsun ötelemeyi hedefliyor. AKP’li Cumhurbaşkanı R.T.Erdoğan, Kabil Havaalanı’nda TSK’yı tutmak için çalıştıklarını ve bunun için ABD’den para istediklerini açıklıyor. Erdoğan, emperyalist çıkarlara maşa olma görevini ise kendince oldukça mantıklı bir gerekçeyle açıklıyor: “Taliban, Türkiye ile görüşmeleri çok daha rahat yapması lazım. Çünkü Türkiye’nin Taliban’ın inancıyla alakalı ters bir yanı yok.” (20 Haziran)

R.T.Erdoğan aslında doğruyu söylüyor. Gelinen aşamada Türk hakim sınıflarının üzerinde uzlaştıkları Türkçü burjuva cumhuriyet rejiminin, “Türk usulü başkanlık rejimi” olarak yeniden örgütlenmesi ve bu rejimin İslamcı Türkçü bir rejim haline dönüştürüldüğü bilinmektedir. Erdoğan’da simgelenen bu rejimin karakteristik özelliklerinden birisi de İslamcı gericiliktir. Bu İslamcı formasyon beraberinde TC’nin Suriye iç savaşında cihatçı çetelerle iş tutmasını, bu çeteleri Libya’dan Dağlık Karabağ’a kadar ihraç etmesini doğurmuştur. Erdoğan, ideolojik olarak El-Kaide’ye, DAİŞ’e, Taliban’a yakındır. Yakınlık bir yana Suriye’de doğrudan DAİŞ’le birlikte katliamların örgütlenmesinden, başta Suriye’nin yeraltı ve yerüstü zenginlikleri olmak üzere soyulmasında ortak iş tutmuştur.

Bu nedenle TC, Taliban’la da ortak iş yapmakta zorlanmayacaktır. Nitekim Erdoğan’ın bu açıklamasından sonra Taliban sözcüsü Zabihullah Mücahid yaptığı açıklamada: “Türkiye ile iyi ilişkiler istiyoruz, Türkiye bizim kardeşimiz, inanca dayalı pek çok ortak noktamız var. Türkiye’nin geçmişi bırakıp bugüne ve geleceğe dönmesini istiyoruz. Ondan sonra diyalog isteyebiliriz” ifadelerini kullanmıştır. (21 Haziran)

Dolayısıyla TC, içerdeki sıkışmışlığını sınır dışında yeni maceralarla gidermek istemekte ve emperyalist mali sermaye spekülatörü George Soros’un 04.03.2002 tarihinde Sabancı Üniversitesi’nde yaptığı konuşmada: “Türkiye’nin stratejik konumu nedeniyle en iyi ihracat ürünü ordusudur” tavsiyesine uygun davranmaktadır. Faşizm sınır dışında emperyalist çıkarlarda görev almaya soyunmuşken içerde ise her fırsatı ve gelişmeyi kullanarak halka yönelik saldırılarını artırmaktadır.

TC, Mültecileri Koz Olarak Kullanıyor

TC devleti emperyalist çıkarlar doğrultusunda Afganistan’a asker yazılırken içerde de Afganistan’dan gelen mültecileri bir koz olarak kullanmak istemektedir. Afganistan’da Taliban’ın ilerleyişine paralel göç etmek zorunda kalan insanlar, Türkiye’de hedefe konulmaktadır. TC’nin mülteciler konusundaki tavrı iki yüzlüdür. Bir yandan örneğin Suriye iç savaşında cihatçı çeteleri destekleyip, milyonlarca insanın Suriye’ye göç etmesine neden olanlar, bu mültecileri ucuz iş gücü olarak güvencesiz bir şekilde çalıştırmaktadır.

AKP-MHP faşizmi bir yandan “onlar misafirimiz” diyerek sahiplenir görüntüsü verirken öte yandan mültecileri ucuz iş gücü olarak kullanıldığını da ifade etmektedir. Nitekim AKP’li Özhaseki: “Sığınmacılar bazı şehirlerde sanayiyi ayakta tutuyor. İşçi bulamıyorlar, bu adamlar çalışıyor” açıklamasında bulundu (27 Temmuz). Mülteciler ucuz iş gücü olarak sömürüye tabi tutulurken diğer yandan ise bir şantaj aracı olarak kullanılmaktadır. Çok değil kısa bir süre önce mültecilerin Avrupa’ya gönderilmesi için kullanıldığı, bizzat devletin örgütlemesiyle otobüslerle sınırlara taşındığı bilinmektedir. Avrupa emperyalistleri TC’nin bu şantajını görmüş ve kesenin ağzını açıp Türkiye’yi “mülteciler için bir hapishane” olarak kullanmaya başlamışlardır. Emperyalistler TC’yi parayla “sınır başçavuşu” olarak konumlandırmış bunun karşılığında ise İslamcı Türkçü faşist rejime “İstanbul’dan Diyarbakır’a, Metîna’dan Efrîn’e kadar nerede ne yaparsan yap” iznini vermişlerdir.

Emperyalistlerden bu desteği alan rejim Rojava ve Irak Kürdistanı’na yönelik işgal ve ilhak saldırılarını sürdürmektedir. TC faşizmi bu saldırganlığında öyle pervasız davranmaktadır ki; örneğin İçişleri Bakanı Süleyman Soylu işgal altındaki Efrîn ve Ezaz’ı ziyaret etmekte ve “bundan sonra yaya olarak Irak ve Suriye’ye gideceğiz” açıklamasında bulunabilmektedir. İçişleri Bakanı’nın böyle bir açıklama yapabilmesi işgal ettiği toprakları ilhak etme amacının açık göstergesidir.

AKP-MHP faşist iktidarının yaşadığı sıkışmışlık hali, ekonomik krizin pandemi süreciyle birlikte daha da derinleşmesi bir yönetememe halini doğurmuş durumdadır. Bu krizle birlikte rejim en iyi bildiği şeyi yapmakta, bir yandan temelsiz ve uç propagandalarla örneğin uzaya gitmekte, diğer yandan ise yaşanan orman yangınlarına bile müdahale edememektedir. Bu durum rejimin daha çok teşhir olmasına neden olurken, iktidar bu gerçeği savuşturabilmek için en iyi bildiği şeyi yapmakta, halka karşı saldırısını arttırmanın yanında, hemen her fırsatı ırkçılığı, şovenizmi kışkırtmak için kullanmaktadır.

Irkçı Faşist Saldırılar Devlet Geleneğidir!

Son birkaç aydır yaşananlar faşizmin halk kitlelerini bölmek ve birbirine düşürmek için hemen her fırsatı kullandığını, çeşitli kışkırtmalara başvurduğunu fazlasıyla göstermektedir. Son bir hafta içinde yaşanan orman yangınları bile bu kışkırtma için kullanılmış şovenizm alabildiğine körüklenmiştir. Örneğin hiçbir kanıt elde yokken R.T.Erdoğan “Ormanlarımızı yakanları bulup ciğerlerini yakmak boynumuzun borcudur” açıklamasını yapmıştır (31 Temmuz).

Yaşanan orman yangınlarının temel nedeninin dünya çapında yaşanan iklim değişikliğiyle ilgisi varken (ki bu durum emperyalist kapitalist sistemin aşırı kar hırsından bağımsız değildir.), TC önlem alacağı yerde, yaşanan felaketleri halkı birbirine düşürmenin aracı olarak kullanmaktadır. İklim değişikliği sadece orman yangınlarına neden olmamaktadır. Son haftalarda Karadeniz’de yaşanan sel felaketi, Türkiye ve Türkiye Kürdistanı’nda yaşanan orman yangınları (ki Kürdistan’da yaşanan yangınların çoğu devlet tarafından çıkarılmaktadır) yine T. Kürdistanı’nda yaşanan sel felaketi gibi gelişmelere karşı önlem almak ve felaket sonrasında halkın yaralarını sarmak yerine tam tersi yapılmaktadır. Devletin T. Kürdistanı’ndaki felaketlerle ilgilenmediği bilinmektedir. Diğer yerlerde yaşanan felaketler konusunda da yapılan halkın kafasına çay poşeti atmak ve İBAN vererek para toplamaktır.

Orman yangınları karşısında TC’nin gösterdiği tavır nasıl bir devlet gerçekliğiyle karşı karşıya olduğumuzu göstermektedir. Orman yangınları karşısında iktidar halkın “ormanlara girmesini yasaklarken” orman arazilerinde madencilik ve turizm faaliyetleri tüm hızıyla sürmesine izin vermeye devam etmektedir. Orman yangınlarına müdahale etmesi ve söndürmesi gereken devlet yerine getirmediği görevi konusunda hedef saptırmakta, ormanların bilinçli olarak yakıldığını propaganda etmektedir. Böylelikle orman yangınlarına müdahale karşısında başarısızlığını ve teşhir olmuşluğunu gizlemek istemektedir.

Kürde, devrimcilere karşı onlarca SİHA, uçak ve helikopter olduğuyla övünen faşist iktidar, elinde neden yangın söndürme uçağı bulunmadığını açıklayamamaktadır. Sırf bu gerçek bile devlet aygıtının esas olarak halka karşı örgütlendiğini göstermektedir. Sadece halka karşı değil, sel baskınları ve orman yangınlarında gösterdiği gibi doğa ve çevreyi korumayı değil, rant ve talana karşı örgütlenmiş bir “çete rejimi”yle karşı karşıyayız. İtibar için milyonlarca liralık uçak filosuna sahip “başkanlık rejimi” yangına karşı yangın söndürme uçağına sahip değildir. Böyle bir devlet gerçekliğiyle karşı karşıyayız.

Faşizm içinde bulunduğu durumu gizlemek için en iyi bildiği şeyi yapmakta emekçi halkı ırkçılık ve şovenizm zehriyle bölmek istemektedir. Son üç ayda Kürt halkına yönelik artan faşist saldırganlık bunun ifadesidir.

Devletin iktidar ortağı MHP Genel Başkan Yardımcısı Semih Yalçın’ın “HDP/PKK itlafı gereken bir siyasi haşere sürüsü” açıklamasında ifadesini bulan ırkçı faşist söylem, Kürt halkına yönelik saldırıların giderek artmasının nedenine işaret etmektedir. 17 Haziran’da HDP’nin İzmir İl Binası’na silahlı baskın düzenlendi. Suriye’de TSK-MİT kontrolündeki topraklarda silahla poz veren “yerli ve milli” bir faşist tetikçi, parti binasında bulunan Deniz Poyraz’ı katletti. Sonradan açığa çıktığı üzere HDP il örgütünün sabah yapacağı ve yaklaşık 40 kişinin katılacağı bir toplantının iptal edilmesi daha büyük bir katliamı engelledi. Marmaris HDP binası iki kez saldırıya uğradı.

Son olarak Konya Meram’da yaşanan ırkçı saldırı ve katliamda 7 üyesi öldürülen Dedeoğulları ailesi, Kürtleri hedef alan ırkçı saldırılar dalgasının son üç aydaki en büyük hedefi oldu. 12 Mayıs’ta Konya’nın Meram ilçesinde Dedeoğulları, 19 Temmuz’da Diyarbakır ve Mardin’den mevsimlik işçi olarak Afyonkarahisar’a giden Kürt işçiler saldırıya uğradı ve 7 kişi yaralandı. 20 Temmuz’da Ankara’nın Altındağ ilçesinde bir Kürt aile ve 21 Temmuz’da Konya’nın Meram ilçesinde ikamet eden Diyarbakırlı bir aile saldırıya maruz kaldı ve bir kişi katledildi. Altındağ’da 2’si ağır 4 kişi yaralandı.

Kürt halkına yönelik artan bu saldırganlığı sadece ırkçı saldırılar olarak tanımlamak eksik olacaktır. AKP-MHP faşist ittifakı iktidarda kalabilmek için bilinen ve kullanılan bir planı devreye sokmuş durumdadır. İktidarda kalmak için her türlü yöntem devrededir. 25 Haziran 2015 ve 1 Kasım 2015 seçimleri arasında yaşanan yoğunlaştırılmış saldırı dalgasının tekrarı amaçlanmaktadır.

Gücümüz Birliğimizdir!

Kürt halkına yönelik son üç ayda yaşanan ve giderek artan saldırılar, AKP-MHP faşist ittifakının “çökertme planı”nı devreye soktuğunu, başta Kürt halkı olmak üzere halkın bütün direniş odaklarına yönelik faşist saldırıların artışının nedensiz olmadığını göstermektedir. Faşizm en iyi bildiği şeyi yapmakta ve emekçi halk kitlelerini bölmek ve birbirine düşürmek istemektedir.

Bu gerçeği İbrahim Kaypakkaya yıllar önce oldukça isabetlice dile getirmiştir: “Kemalist diktatörlüğün milli meselede izlediği çizgi, tam anlamıyla Türk şovenizmidir. Ve bilindiği gibi, faşist diktatörlüklerin bir özelliği de, hakim ulus şovenizmini körüklemek, milli düşmanlıklar yaratarak ve kışkırtarak, emekçi halk kitlelerini bölmek, birbirine düşürmektir.” (İbrahim Kaypakkaya, Bütün Eserler, Nisan Yayıncılık)

AKP-MHP faşist ittifakının başta Kürt halkına yönelik olmak üzere artan bu saldırganlığına karşı durmak, emekçi halk kitleleri arasında yaratılmak istenen düşmanlığı teşhir etmek önem kazanmaktadır. Sistemin hakim ulus şovenizmine körükleyen, ulusal düşmanlıklar yaratmak isteyen her türlü kışkırtıcı söylem ve açıklamalarına karşı durmak anın devrimci görevlerinden biri olarak ortaya çıkmaktadır.

TC’nin nasıl bir devlet olduğu bilinmektedir. Kısa yüzyıllık tarihinde halka karşı işlediği suçlar, katliamlar ortadadır. Faşizmin yeni saldırılarına karşı emekçi halk kitlelerinin birliğini savunmak, ortak mücadele örgütleri içinde her yol ve yöntemi kullanarak aktif bir devrimci direniş içinde olmak gerekir. Hakim ulus şovenizmine, ırkçılığa karşı başta Kürt halkı olmak üzere, mültecilere vb. yönelik saldırganlığa karşı durulması doğru politik tutumdur.

Birleşik mücadele güçlerinin varlığı ve pratiği bu anlamıyla eskisinden daha fazla önem kazanmaktadır. Faşizmin Kürt halkını hedefe koyan ırkçı şoven saldırılarına karşı Kürt halkının mücadelesini sahiplenmek, Kürt ulusunun Özgürce Ayrılma Hakkı’nı tavizsiz bir şekilde savunmak önemlidir. Bulunduğumuz her alanda Kürt halkıyla dayanışma içinde olmak, hakim ulus şovenizmini şiddetle mahkum etmek ve ırkçı faşist saldırıların hesabını birleşik devrimci mücadeleyle sormak, katillere, faşist devlete verilecek en iyi yanıt olacaktır.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu