Güncel

Rantsal bölüşümde adres bu kez Süleymaniye

Fatih’e bağlı Süleymaniye’de bulunan Hoca Gıyasettin Mahallesi’nde bir çok ev yıkıldı. O bölgede yaşayan Kürt halkı güne, yaşadıkları evlerin ve çalıştıkları yerlerin yıkımıyla uyandı. Bir çok yerden sürgün edilerek yerleşmiş oldukları yerde tek bir sözle evler ve dükkanlar boşaltılarak, insanlar sorumsuzca kapı önüne konuluyor. Kimi 20 kimisi 15 yıldır burada yaşıyor. Evleri, iş yerleri burada ve bir sabah bir iş makinesinin darbesiyle tüm dünyaları yıkılıyor.

Bölgede yaşayan kesimin büyük bir çoğunluğu Kürt. Çok da araştırmaya gerek yok aslında insanların buraya nasıl geldiğini… Bu ülkenin tarihi; Kürt halkına yönelik katliam, gözaltı ve tutuklama terörü ile dolup taşan bir tarih… Dolayısıyla topraklarını bırakıp da İstanbul’un varoş mahallelerine kendiliğinden gelmediklerini anlamak zor değil! Zaten konuştuğumuz mahallelinin büyük bir kısmı da köyleri yakılıp, boşaltıldığı için buralara yerleşmek zorunda kaldıklarını anlatıyorlardı. Biraz da bu yüzdendi devletin kolluk kuvvetleriyle çat-kapı yıkıma gelivermesi…

Diğer taraftan “kentsel dönüşüm” (rantsal bölüşüm demek daha doğru aslında) adı altında emekçi mahallelerdeki yıkım saldırılarına hız veren devlet, bugün bu kapsamda Hoca Gıyasettin Mahallesi’ne girdi.

Ne de olsa Tayyip Erdoğan meclisten “Bizi uğraştırmayın” diyerek, yıkımların başlayacağını ve kimsenin gözünün yaşına bakılmayacağını ilan etmişti. Ve şimdi bu mahalle de ansızın inşaat makinelerinin gürültüsü ve kolluk kuvvetlerinin saldırısıyla güne başladı. Çıkan tartışmalarda mahallede yaşayan Kemal Koğanaslan isimli bir kişi gözaltına alınarak Beyazıt Karakolu’na götürüldü.

 

“Bundan sonra ne olacak?”

Özgür Gelecek gazetesi olarak yıkımın olduğu sırada oradaydık. Yıkımlar başladığında dükkanı boşaltılan ilk kişi Mahmut Artar oldu. Artar ile kısa bir söyleşi gerçekleştirdik.

Polis ve zabıtanın baskısı altında iken Artar’a, “Bundan sonra ne yapacaksınız?” sorusu soruldu. Bu sorunun cevabı bilinmezlikle boğuşan Aktar’ın yaşlarla dolan gözlerindeydi. 15 yıllık emeğinin sonucu küçücük dükkanının elinden alınması, geçimini sağladığı ekmek kapısının artık olmaması ve 1 saat içinde tüm dünyasının devletin kolluk güçleri tarafından yerle bir edilmesi bu soruyu cevaplayamaması için yeterli oldu.

Özgür Gelecek: Kaç yıldır burada yaşıyorsunuz?

Mahmut Artar: 15 yıldır buradayım.

– Sizin bugün yıkım olacağına dair bir bilginiz var mıydı?

– Hayır. Mal sahibinin sattığını söylüyorlar ama bize bugüne kadar bir şey söylenmedi. Bugüne kadar dükkanın satıldığından haberim yoktu.

– Siz geldiğinizde dükkanın kapısı açılmış mıydı?

– Yok, ben kendim açtım. Ama 1 saat zaman verdiler boşaltmam için. Bir saat dolmadan malları kendileri çıkardı. Hepsini biraraya koydular. (Makarna gibi gıda yiyeceklerini, temizlik malzemelerinin arasına koymasından bahsediyordu.) Mallar artık çöpe gitti. Ne yapacağım ben onları?

– Size çıkma karşılığında ücret verildi mi?

Sadece taşınma parası olarak 1.500 TL vereceklermiş. Onu da ne zaman verecekler belli değil!

 

“Nasıl bir devlet bu?”

Mahalleli halkı, dükkânın bu şekilde boşaltılmasına ve evlerin yıkılmasına tepkiliydi. Öfkeleri, sadece evlerin yıkılmasına gibi görünse de devletin Kürt halkına olan baskısına ve imha-inkâr politikalarınaydı aynı zamanda. Kime ses kayıt cihazımızı uzattıysak, hem evlerinden hem de dükkânlarından olduklarından dert yanıyorlardı. Devletin, Suriyeli halka yaşam yerleri tahsis etmesine rağmen kendilerini bu şekilde sokakta bırakmasına; “Bu nasıl iş? Kendi halkını sokağa atıyor, başka halkı sahipleniyor. Nasıl bir devlet bu?” sözleriyle tepki gösteriyorlardı.

Ejder Artar (Mahmut Artar’ın kardeşi): Kardeşim aradı. “Gel, 5 dakikada boşaltacağız dükkânı” dedi. Böyle bir şey olabilir mi? Hiçbir tebligat, ihbarname, resmi belge yokken gelip çıkarabilirler mi? Böyle bir şey imkânsız ama görüyorsunuz işte. Nasıl bir ülkede yaşıyoruz anlayamıyorum. Tayyip Erdoğan çıkıp televizyonlarda bağırıyor; “21. yüzyılda yaşıyoruz” diye. Nasıl bir yüzyılsa! Vergi veriyorum, kira ödüyorum. Yeni değilim 12 yıldır buradayım. Mal sahibim satmadı Kiptaş’a ama yine de yıktılar. Belediyeye gidiyoruz, “Kiptaş’a git” diyor. Kiptaş’a gidiyorsun “belediyeye git” diyor. Belediyeye gidiyorsun, kendini savunma, kimseyle görüşme hakkın yok. Hiç kimseyle görüşemiyorsun, kimseye derdini anlatamıyorsun bu nasıl bir adalet? Biz de biliyoruz tarihi alan olduğunu, yıkılacağını ama bize süre versinler. Bizi böyle mağdur etmeye hakları yok. Herkesin işi gücü burası, çoluk çocuk çoğu var olmaz bu böyle!

Gökhan Yıldız: Az ileride dükkanım var. Şimdi benim tezgahımı çıkarsalar, hepsini çöpe atmam lazım. Bize en azından birkaç gün süre versinler ki, biz de başımızın çaresine bakalım. Biz burada kiracıyız ve mağduruz. Mal sahipleri için de aynı durum geçerli, hepimiz mağduruz.

Bir esnaf: Bizlere bugün çıkın gidin diyorlar. Ben ne yapayım, nasıl gideyim? Bu kadar malzemeyi birden nasıl götüreceğim? Makineleri nereye koyayım? Böyle iş olmaz.

Bir mahalle sakini (14 yıldır mahallede yaşıyor): Yıkacağız diye kapıya dayandılar. Şimdi ne yapalım? 1 saatte evlerimizi, dükkanlarımızı nasıl boşaltalım? Geldiler, burayı boşaltmaya başladılar. Yarın da bize gelirler. İyi de biz bu kadar kısa zamanda ne yapacağız? Hadi ben çıktım evden, eşyaları nereye koyacağım? Yıkıma gelmeden önce tebligat yollanır, şu kadar zamanda evi boşaltın denir! Ama bize hiç öyle bir şey gelmedi. Şimdi dayandılar kapımıza yıkacağız diyorlar. Bizi burada mağdur ettiler.

Resimler için bakınız:

http://www.ozgurgelecek.net/resim-galerisi.html

 

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu