Güncel

Sincan tutsaklarından mektup var…

H. Merkezi: Hapishanelerde uygulanan tecrit-tredman politikaları ile tutsakların hayat alanları darlaştırılmaya ve çeşitli keyfi gerekçelerle hakları engellenmeye devam ediyor.

Bu uygulamaların tutsaklar üzerinde sistematik bir işkenceye dönüştüğü Sincan F Tipi Hapishane’de bulunan tutsaklar, hazırladıkları bir raporla, Sincan’da yaşadıklarını anlatıyorlar.

Biz de raporun tamamını sizinle paylaşıyoruz:


Basına ve kamuoyuna

F Tipi hapishaneler “Hayata Dönüş” katliamı ile açıldığından bu yana baskı, yasak, sansür, dayatma ve cezalarla yönetiliyor. Tecrit-tretman politikasının gereği olarak itaat dışında her şey suç kabul edilip cezalandırılıyor.

Bulunduğumuz Sincan 1 No’lu F Tipi’nde de son dönemde bu uygulamalar daha da arttı. AKP iktidarı gibi hapishane idaresi de iyice pervasızlaştı. Bizlere,  “Hapishanede olduğumuzu hissettirmeye” soyunduğunu söyleyen idare, zaten sınırlı olan haklarımızı da gasp etmeye yöneldi.  Keyfi uygulamalar, cezalar ve dayatmalarla yıllardır uygulanan tecriti daha da ağırlaştırmaya hız verdi.

Son dönemde bu amaçla yapılanların belli başlıları şunlardır:

DİSİPLİN CEZALARI

Hapishane idaresi tecritte en ufak bir boşluk oluşmaması için bir yandan ara bile vermeden kesinleşmiş cezalar uygularken bir yandan da keyfi uygulamalara, dayatmalara karşı çıktığımız, şehitlerimizi andığımız, hücreden her çıkış ve girişte zorla ayakkabımızın çıkarılmasını, telefon görüşmemizin engellenmesini protesto etmek için attığımız sloganları gerekçe göstererek sürekli soruşturma açıyor. Zaten sınırlı olan ziyaret ve haberleşme hakkımızı kullandırmamak için açılan bu soruşturmalar sonucu verilen disiplin cezalarının toplamı şimdiden 1,5 yılı aşmış durumda. Bunun son örneklerinden bazıları şunlardır:

1- 9 Şubat  2012 tarihinde Halit Güdenoğlu, iradesi dışında kaldığı hücreden zorla alınıp istemediği başka bir hücreye götürüldü.  Buna itiraz eden Halit Güdenoğlu ve onun itirazlarına katılan Kaan Ünsal ile Musa Kurt’a disiplin soruşturması açıldı. “Disiplin Kurulu”nun 2012/13 sayılı ve 14 Şubat 2012 tarihli kararı ile Halit Güdenoğlu ve Musa Kurt’a “2 ay Haberleşme ve İletişim Araçlarından Yoksun Bırakma”, Kaan Ünsal’a  “3 gün Hücreye Koyma” cezası verildi.

2- 13-17 Şubat tarihleri arasında telefon görüşmelerinin engellenmesini slogan atarak protesto eden siyasi tutsakların tamamına soruşturma açıldı. Disiplin Kurulu’nun 22.02.2012/25-26-27-28-29 sayılı kararlarıyla hepsine 2 ay “2 ay Haberleşme ve İletişim Araçlarından Yoksun Bırakma” cezası verildi.

3- 27 Şubat 2012 tarihinde ziyarete çıkan Kaan Ünsal, Musa Kurt, İsmet Özdemir’e keyfi-insan onuruna aykırı şekilde yapılan ayakkabıların zorla çıkarılarak aranmasına karşı slogan attıkları için disiplin soruşturması açıldı. “Disiplin Kurulu”nun 2012/32 sayılı 1 Mart 2012 tarihli kararına göre Kaan Ünsal ve Musa Kurt’a 2 ay, İsmet Özdemir’e ise, “1 ay Haberleşme ve İletişim Araçlarından Yoksun Bırakma” cezası verildi.

4- 1-2 Mart 2012 tarihinde avukat görüşüne çıkan Hüseyin Özaslan, Sezgin Çelik, Abdullah Özgün, Rabbena Hanedar, Murat Güneş, Halit Güdenoğlu, Kaan Ünsal, Musa Kurt, Erol Zavar, Barış Onay, Emrah Irmak, Naki Demir, Umut Halit Nuray, Hüseyin Arlıer, Cem Göçer, Remzi Uçucu, Cihan Karaçöl ve Tahir Laçin’e “Disiplin Kurulu”nun 2012/44-45 sayılı kararı ile 1, 2, 3 ay arasında değişen “Haberleşme ve İletişim Araçlarından Yoksun Bırakma” cezaları verilmiştir.

Toplu cezalarla yetinmeyen idare birçok arkadaşlarımıza çeşitli nedenlerle soruşturma açarak ayrı cezalar da vermektedir. Örneğin;

5- Erkan Karataş’a talebi olmadan yapılan zorla hücre değişikliğine itiraz ettiği, slogan atarak protesto ettiği için “2 ay Haberleşme ve İletişim Araçlarından Yoksun Bırakma” cezası verilmiştir.

6- Yine 2010 yılı başlarında zorla hücresinin değiştirilmesine karşı çıktığı için eşyalarının arasında elektrik kablosu olduğu şeklinde uydurma bir tutanak tutarak Rıza Kartal’ a 5 gün hücre cezası verilmişti. İnfaz Hakimliğinin, “Ceza Haddinin Aşılması” nedeniyle bunu bozmasına rağmen idare, kararında ısrar etti. Geçmiş disiplin cezalarını gerekçe gösterip, “Islah olmadığından” diyerek 2011/244 sayılı disiplin kurulu kararı ile yine aynı cezayı verdi. Bununla da yetinmedi. Arkadaşımızın 26 Aralık 2011’de hastaneden gelirken ringde karşılaştığı Sivas Katliamı’nın sorumlularından biri olan Halil İbrahim Düzbiçer isimli katile attığı yumruğu gerekçe göstererek 2012/9 sayılı kararla 6 gün hücre cezası daha verilmiştir.

7- Bir diğer örnek; 24 Şubat sabahı genel aramaya gelen personelin, C-99 No’lu hücrede kazara merdiven boşluğundaki lambaya çarpıp kırması sonrası yaşanmıştır. Tahir Laçin arkadaşımız daha önce benzer olaylarda sonradan bu durumun idarece mahkumlar yapmış gibi gösterilmesinden yola çıkarak, “Bakın sizin arkadaş düşürdü, sonra bize kalmasın!” şeklindeki uyarısına bir personel, “Sana bir tane çakarım”, “Orospu çocuğu görürsün sen” şeklinde tehdit ve hakaretle yanıt vermiştir. Bu yetmemiş, terbiyesizliğe sessiz kalmayan arkadaşlarımızdan Tahir Laçin’e bir de soruşturma açılıp kınama cezası verilmiştir.

8- Hapishane Disiplin Kurulu, sohbete çıkmayı bir ceza haline getirmek için ayakkabı aramalarının onursuzluğunu protesto için slogan attığımız gerekçesine sarılarak sohbete çıkan birçok arkadaşımıza cezalar vermektedir.  Disiplin Kurulu’nun 2011/243, 2012/7-8… nolu kararları bunlardan bazılarıdır.

İdare ve personel, haklarında hiçbir işlem yapılamayacağının güveni ve rahatlığıyla bu tür tehdit, küfür ve hakaretlere başvurmakta, gittikçe artan bir şekilde bilinçli olarak gerilimi tırmandıracak provakatif hareketler ve saldırı girişimlerine başvurmaktadır.

İdare disiplin cezaları ile zaten sınırlı olan haberleşme ve iletişim hakkımızı engellemiyor, bu cezaları gerekçe göstererek hatta bazen “Soruşturma açıldı, sonucunu bekleyeceğiz” diyerek cezası biten arkadaşlarımızın tahliyesini de engelliyor. Örneğin  bu gerekçe ile geçmişte arkadaşlarımız, Uğur Güdük 2 ay, Mehmet Ali Tosun 6 ay fazla yatırıldıktan sonra tahliye edildi. Bugün de Alihan Alhan’ın cezası biteli 1 yıl, Serkan Akkuş’un 4 ay olmasına rağmen arkadaşlarımız bu gerekçe ile hala tahliye edilmediler.

HAK GASPLARI-KEYFİ UYGULAMALAR-DAYATMALAR:

1- 45/1 sayılı genelge ile haftada 10 saat olarak hükme bağlanan sohbet hakkı tam olarak uygulanmıyor. Sohbete 6 saat çıkaracağız dediler. Ancak daha hiç 6 saat çıkarmadıkları gibi bunu bile kullandırmamak için bir sürü keyfi uygulamaya giriştiler. Şöyle ki:

-Açık görüş haftaları ve arama günlerinde hiç sohbete çıkarmıyorlar.

-Barındırma genelgesindeki bir ifadeye dayanarak tutuklu ve hükümlüleri ayrı ayrı çıkarıyorlar.

-Sohbet yerine su dışında yiyecek, içecek, gazete, kitap, dergi, kağıt, kalem, fotoğraf götürmeyi “yasak” ilan ettiler. Birlikte sohbet ettiğimiz arkadaşlarımız ile fotoğraf çektirmemiz bile yasaklanmış durumda. Bunlara neden olarak ise, bu defa ilgisiz ve alakasız bir genelge maddesi değil, “Biz öyle uygun gördük” demekle yetindiler.

-Sohbet esnasında tuvalet vb ihtiyaçlarımız karşılanmamakta, bu gibi sebeplerden sohbet mekanı dışına çıkmak durumunda kalan arkadaşlarımız geri sohbet grubuna gelememektir. Hatta yer yer görüş saati sohbet zamanı içerisine denk gelen arkadaşlarımız, görüşten sonra sohbet mekanına getirilmemektedir.

2- Ağırlaştırılmış Müebbetlik arkadaşlarımızı ise hiç sohbete çıkarmıyorlar. 4 ay önce bunun nedenini sorduğumuzda “Gözlem Kurulu” kararı ile 2005 Temmuz’undan buyana 4 saat olarak uygulanan havalandırma süresinin 3 saatinin sohbet olduğunu söylemiş ancak yine sohbete çıkarmamışlardı. 8 Mart’ta tebliğ edilen 2012/375 sayılı “Gözlem Kurulu” kararı ile “İyi halli olmadıklarından” dolayı sohbete çıkarılmayacakları yazılı olarak bildirildi. Oysa 45/1 sayılı genelgenin sohbeti düzenleyen maddesinde “ İyi halli” olma koşulu da yok, idarenin yukarıda sıraladığımız sınırlama ve yasakları da Ağırlaştırılmış Müebbetlikler dahil bütün tutuklu ve hükümlüleri kapsayan genelgenin sohbeti düzenleyen ilgili maddesi şöyle;  “(13) Güvenlik bakımından tehlike yaratmadığı ölçüde, idare ve gözlem kurulu tarafından belirlenen istekli hükümlü ve tutuklular, 10 kişiyi aşmayacak gruplar halinde ve idarenin gözetiminde, açık görüş aralarında ve diğer ortak yerlerdeki sosyal faaliyetler çerçevesinde haftada toplam 10 saati aşmamak üzere sohbet amacıyla bir araya getirilebilir. Bu faaliyet hafta içerisinde açık görüş, avukat ve ziyaretçi görüşlerini aksatmayacak şekilde yaptırılır.”

Açıkça görüldüğü gibi “haftada 10 saati ve 10 kişiyi aşmama” dışında herhangi bir koşul veya sınırlama bulunmamaktadır. Buna rağmen Ağırlaştırılmış Müebbetlik arkadaşlarımızı sohbete çıkarmamayı yeterli bulmayan idare, arkadaşlarımızın üzerindeki tecriti daha da ağırlaştırabilmek için 16 Şubat’ta aldığı yeni bir “Gözlem Kurulu” kurulu kararı ile zaten sınırlı olan havalandırma sürelerini de sınırladı. 2011 yılında verilen disiplin cezaları gerekçe gösterilip “İyi halli olmadıklarından” denilerek 4 saatlik havalandırma süreleri 1 saate indirildi. Bu kararın ardından bizler idarenin gözünde hiç “iyi halli” olmadık, olamayız da. Ne değişti de şimdi böyle bir karar aldınız? diye sorduğumuzda önce “Mevzuatın gereği yapılıyor” denilmişti. Bir hafta sonra ise bu “Yanlışı düzelttik” denilerek savunuldu.

Oysa daha önce 4 saatlik havalandırma süresinin arttırılması üzerine konuştuğumuzda bize “Bu süreyi arttırmayacağız da azaltmayacağız da.  Aynı şekilde sürecek” denilmişti.

19 Şubat’ta uygulanmaya başlanan bu kararla idare arkadaşlarımızı fiziksel, ruhsal rahatsızlıklara yakalanmaya mahkum etti. Bulundukları mekanı ve bireysel temizliklerini yapma koşullarını ortadan kaldırdı.  Temiz hava almaktan mahrum edip, çamaşırlarını bile 10 metrekarelik hücrede kurutmak zorunda bıraktı.

İdare bu kararda olduğu gibi her keyfi kararı, “Mevzuatın gereği yapıyoruz” diyerek savunuyor. Ama yıllardır “Mevzuat” dediği yasa, tüzük ve genelgelerin lehimize olan hükümlerini bile uygulamıyor. Meşru, doğal ve birçoğu yasalarla da güvence altına alınmış olan haklarımızı kaldırmak için adım atmak yerine, kullandırmamak için çabalıyor. Örneğin;

3-Hapishanede olduğumuz belli olmayacak şekilde fotoğraf çektirmemizi dayatıyor.  Yıllardır pencere, pano önünde fotoğraf çektiremiyoruz.  Kantinde satılan pek çok şey gibi fotoğraf fiyatları da fahiş. Öyle ki 2 No’lu F Tipi’nde 50 kuruş, dışarıda ortalama 25 kuruş olan bir fotoğraf burada yıllardır 1, 20 TL’ye satılıyor. Çoğalttırma da aynı fiyat.

Henüz buna bir “Mevzuat” maddesi göstermediler. Duymazdan, görmezden gelmeye devam ediyorlar.

4-Yasada kitaplara ilişkin herhangi bir sayı sınırlaması yok. Ancak idare yıllardır hücrede kişi başına 10 kitaptan fazla bulundurmamızı engelliyor. 2005 yılında Bolu İnfaz Hakimliği tarafından alınmış olan, yasada olmayan bir sınırlamaya gidilemeyeceği şeklindeki bir kararı emsal göstererek bu keyfiliğe son verilmesini istedik. Ancak idare yine “Fiziki şartları”, “Aramada zorluk çıkarılmasını” ve “Kütüphane genelgesini” gerekçe göstererek 10 kitap sınırlamasını sürdürme yönünde karar aldı.  (2012/4 sayılı Eğitim Kurulu Kararı)

İdare öylesine pervasız ki, yasada ayrı bir hak ve idari bir hizmet olarak ele alınan, kütüphaneden yararlanma hakkının kullandırılmasına ilişkin esasların belirtildiği genelgeyi bizim şahsi kitaplarımıza sınırlamaya gerekçe olarak getiriliyor. Ve tüm diğer hukuksuzluklar gibi bu da İnfaz Hakimliği’nin, 20.01.2012 tarih 2012/158 esas, 2012/120 karar sayılı kararı ve 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 2012/704 D.İş Esas sayılı kararı ile onaylandı.

İdarenin pervasızlığının bir nedeni de işte böylesi kararlardır. Her aldıkları kararın, uygulamanın İnfaz Hakimliği ve Ağır Ceza Mahkemesi tarafından onaylanıyor olmasıdır. Bundan dolayı idare keyfilikleri her belirttiğimizde, hiçbir merciinin bir şey demeyeceğini bilmenin rahatlığıyla “Şikayet edin” deyip çıkmaktadır. İdarenin yapması zorunlu hizmetler için bile, “Dilekçe yaz” diyebilmekte, kırılan sandalye, masa gibi demirbaş eşyaları bizlere aldırmaya kalkmaktadır.

5-Yasalarda açık hüküm olmasına rağmen vasi görüşleri keyfi olarak sınırlandırılmaktadır. Açık görüş haftalarında hiç vasi görüşü yaptırılmamaktadır. Devamındaki haftalarda da normal görüş gibi ele alınarak gün ve saat sınırlamasına gidilmektedir. Çoğu zaman ise açıktan yalan söylenerek engellenmektedir. Örneğin; Ocak ayının açık görüş haftası Cem Göçer ve Sezgin Çelik’in vasileri, “Cezaları var” denilerek görüştürülmemiştir. Oysa arkadaşlarımızın ziyaret cezası yokmuş.  Ayrıca ziyaret cezaları olsa bile idare vasilerle kapalı görüş yaptırmak zorundadır. Bu yasal bir yükümlülüktür.

Sezgin Çelik’in İstanbul’da oturan vasisi tekrar gelip görüşemeden geri dönmemek için Şubat ayının ilk haftası hapishaneyi telefonla aramış, kendisine “Hapishanede Bakanlık görevlileri ve müfettiş teftişi var. Bu yoğunluktan dolayı görüş yaptıramayız, boşuna gelme” denilmiş.

O günlerde hapishanede bir müfettiş var mıydı bilmiyoruz. Ancak yüzlerce ailenin açık görüş yapmasına engel olmayan teftişin bizim ailemize engel olarak gösterilmesinin yalan olduğu apaçık ortada.

6-Tüzüğün ilgili maddesinde birden fazla disiplin cezası alması halinde “Kesinleşme tarihine göre ayrı ayrı uygulanacağı” açıkça belirtilmesine rağmen idare birleştirerek uyguluyor. Yine peş peşe uygulanacak haberleşme cezalarında ara verip mektup alıp vermek, telefon görüşmesi yaptırmak, ziyaret cezalarında bir kez görüş yaptırmak zorundadır. Ancak bunlar yapılmıyor. Ziyaret yapmamıza fırsat bırakmadan yeni ziyaret cezasını başlatarak, gelen mektupları verip ama cevap yazmamıza zaman bırakmadan ve telefon görüşmesi yaptırmadan yeni haberleşme cezasına başlatarak, cezayı pratikte birleştirerek uyguluyor, sürekli hale getiriyor.

7-Yer değişikliği taleplerimiz sürekli “Gerekçe yetersiz” denilerek reddediliyor. İstediğimiz arkadaşlarla, istediğimiz hücrelerde kalmamız engelleniyor. Tutuklu-hükümlü ayrımı gerekçe gösterilerek istediğimiz dışında hücrelerimiz değiştiriliyor. Örneğin; geçen ay Serkan Onur Yılmaz, Erkan Karataş, Tahir Laçin, Abdullah Özgün, Halit Güdenoğlu’nun hücreleri istekleri dışında zorla değiştirilmiştir.

Ayrıca hücre değişikliğinde belirttiğimiz, ailelerimize uygun ziyaret günü ve saatinde birlikte kalmak istememiz de, sağlık nedeni de dikkate alınmıyor. Örneğin, Cihan Karaçöl arkadaşımızın güneş gören bir hücrede kalması gerekiyor. Buna dair doktor raporu da var. Ancak uygun birçok hücre olmasına rağmen aylardır talebi karşılanmadı. Hala güneş görmeyen bir hücrede tutuluyor ve bu durum sürecek gibi. Zira 23 Şubat’ta yapılan arama sırasında hücrede bulunan bir 2. Müdür, durumu anlatıp çözüm bulmasını isteyen arkadaşımıza, “Bizim teröristleri güneşli yere koymak gibi bir sorumluluğumuz yoktur” demiştir.

8-Aralık 2012’den bu yana Numune Hastanesi ve hapishane içerisindeki sağlık merkezine gittiğimizde, “Dolu”, “Yer yok” denilerek bekleme yerine götürülmüyor, ellerimiz kelepçeli şekilde ringin içerisinde bekletiliyoruz.  “Güvenlik” gerekçe gösterilerek adlilerle aynı yere konulmuyor, ayrı bekleme yeri ayarlama imkanı varken o da yapılmıyor.

Biz siyasi tutsaklara da bekleme yeri ayarlama imkanı olduğunu belirtip bu keyfi uygulamaya son verilmesi talebi ile savcılığa yaptığımız başvuruya hala cevap verilmedi.

Adalet Bakanlığı ise bu talebimize verdiği B.03.0.CTE.0.00.05.103-622-105-01/219/4543 sayılı cevapta, “Hükümlü-tutuklu nakil aracıyla ilgili şikayet, talep ve öneriler teknik, şartname hazırlanırken göz önünde bulundurulmaktadır” diyerek bu zulmün süreceğini ilan etmiştir.

9-Geçmiş yıllarda kantinde satılan çamaşır leğeni, tv sehpası, banyo kovası, tabure, komidin, ayakkabılık, su bidonu gibi eşyalarda sayı sınırlaması yoktu. Herkes ihtiyacına göre alabiliyor, ihtiyaç fazlası olanlar bunları bir başkasına hibe bile edebiliyordu. İdare önceki yıl hibe etmeyi “Yasak” deyip kaldırdı. Sehpa, komidin, ayakkabılık, leğen vb kişi başına bir tane olmak üzere sınırlama getirdi.  Sonra da hücrelerden “fazla”ları toplayıp depoya kaldırdı.

Geçen yıl ise bu eşyalara ilişkin sınırlamayı her hücrede birer taneye indirdiler. Ve o günden bu yana ikide bir hücrelere dalıp kimden ne aldıklarını kayda bile geçmeden,  “Fazla” gördükleri toplayıp depoya atıyorlar.

10-Adımıza gelen-yatırılan dergilerin bekletilmeden verilmesi için önceden konuşmuştuk.  “Bekletilmeyecek, en fazla bir hafta on gün içerisinde verilecek” denilmişti. Ancak son dönemde bazen haftalarca, çoğunlukla da 1-1,5 ay bekletildikten sonra verilmeye başlandı. Örneğin, haftalık Halk Gerçeği ve Yürüyüş Dergisi’nin Ocak-Şubat sayılarının hepsi ortalama bir ay bekletildikten sonra verildi.

Bu keyfiyet bazen “Ya toplatılırsa” denilerek, çoğunlukla da “İnceleniyor, komisyonda, çıkınca verilecek” denilerek sürdürülüyor.

Yine 2011 yılının Eylül ayında Deniz Bakır arkadaşımıza koli yoluyla gelen ve Ezilenlerin Sosyalist Partisi (ESP)’nin internet yayını da olan “Parti Postası”nın çıktılarından oluşan tekstlerle ilgili olarak yayının niteliğinin belli olmadığı gerekçe gösterilerek yasak kararı konulmuştur. Arkadaşımızın, İnfaz Hakimliği’ne yaptığı itiraz kabul edilmiş ancak hapishane idaresi keyfiyetini sürdürmek adına, bu sefer de aynı yayınlarla ilgili “Kurum güvenliğini tehlikeye düşürmek”, “Terör örgütünü övmek” gerekçesiyle yeni bir yasak kararı almıştır. Bahsi geçen yayınlarla ilgili hiçbir yasak, yayın durdurma ya da soruşturma kararı olmamasına rağmen, hapishane idaresi kendisini yetkili mahkemelerin yerine koyarak, “Suç” oluşturacak, yargılama yapıp ceza verecek kadar pervasız ve rahat hissetmektedir. İnfaz Hakimliği de anlaşılmaz biçimde hapishane idaresinin öne sürdüğü yasak gerekçelerini somutlaştırmasını isteyeceği yerde, onaylamayı tercih etmiştir. Böylece keyfiyete ve yasa dışılıcığı yasallık kılıfı giydirilmiş olmaktadır.

Yine eğitim kurumunun 22.03.2011 tarihli 2011/35 sayılı kararı ile Günlük adlı günlük gazetesinin 17-18 Mart tarihli 2 sayısının 18.07.2011 tarihli 2011/84 sayılı kararı ile Özgür Gelecek adlı gazetesinin 13. Sayısının verilmesi engellenmiştir. Ayrıca Halil Gündoğan arkadaşımızın daha önce basılmış olan kitabının devamı niteliğindeki kitabı dışarıya gönderilmemiş, basılması engellenip hakkında imha kararı alınmıştır.

11-4 Ocak 2010’dan bu yana haftada 10 dakika olan telefon görüşmesi hakkımızı kullanamıyoruz. Hem bize hem görüşme yapacağımız kişilere ait her türlü bilgi ve belge idarenin elinde olmasına ve ayrıca her görüşme öncesi bunları dilekçe ile de belirtmemize rağmen b ir de görüşmeye ad-soyad söyleyerek başlamamız ve aynı şeyi görüştüğümüz kişiye de yaptırmamız isteniyor. Bu keyfi uygulamayı kabul etmediğimiz için yakınlarımıza daha “Merhaba” diyemeden telefonumuz kesilerek görüşmemiz engelleniyor.

12-Diğer birçok hapishanede, fotokopi çekiminde herhangi bir sınırlama olmamasına rağmen, bulunduğumuz hapishanede (Ücretinin hesabımızdan kesilmesine rağmen) sadece mahkeme kararlarının fotokopisi çekilmekte ancak diğer taleplerimiz karşılanmamaktadır. Yine birçok hapishanede, resim defteri, renkli boya kalemleri, karbon kağıdı, mini zımba,  bant, pirit vb kırtasiye malzemeleri kantinde satılmasına rağmen bulunduğumuz hapishanede sadece mavi, siyah, kırmız tükenmez kalem satılmakta ancak diğer kırtasiye malzemeleri satılmamaktadır. Keza kimi el işleri için kullandığımız boncuk vb gibi malzemeler de başka birçok hapishanede rahatça içeri alınıp kullanılabilmesine rağmen burada uzun bir zamandan buyana içeri alınmamakta, kullanmamız için boncuk atölyesine çıkmamız şart koşulmaktadır. Sonuçta tritedmana bağlı hale getirilmekte, yasak konusu yapılmaktadır.

13-Merkezi yayın sistemindeki tv kanalları keyfi bir biçimde düzenlenmektedir. Talebimizi hiçbir gerekçe gösterilmeden değerlendirme dışı bırakılmakta ya da sudan, gerçek olmayan bahaneler uydurulmaktadır. Mesela, Almanca, Fransızca, İspanyolca gibi dil çalışmaları yapan arkadaşlarımızın bahsi geçen dillerde yayın yapan tv kanallarının açılması yönündeki talepleri karşılanmamaktadır.  (Sadece İngilizce yayın yapan BBC televizyonu yayın listesine alınmıştır.) Geçmişte Fransızca, Almanca yayın yapan ARTE TV yayın listesindeydi ancak adı geçen kanal şifreli olduğu gerekçesi ile yayından çıkarılmış yerine ise, aynı dillerde yayın yapan bir başka kanal koymak yerine ulusal bir kanal eklenmiştir. Yine kültür, sanat, belgesel odaklı yayın yapan tv kanalı taleplerimiz ısrarla görmezden gelinmektedir. Samanyolu, Kanal 7, Kanal Türk gibi hükümet çizgisinde yayın yapan tv kanalları istikrarlı biçimde yayın listesinde tutulurken (ki buna özel bir itirazımızın olmadığını vurgulayalım) Su, Dem, Yol, Hayat gibi tv kanalları defalarca talep etmemize rağmen manidar biçimde dikkate alınmamaktadır. Aynı biçimde doğa, tarih, bilim içerikli yayın yapan belgesel kanallarına yönelik isteğimizde geçiştirilmektedir.

14-Sağlık sorunlarımızla ilgili revir-doktor taleplerimiz iki güne hatta iki yarım güne sıkıştırılıyor. Bununla birlikte kaloriferlerin yetersiz yanması, suların tehsisattan kaynaklı paslı akması vb süreklileşmiş sebeplerle sağlıksız yaşam koşulları dayatılmaktadır. Bir çok ilaç talebimiz bakanlık tarafından ücretinin ödenmediği gerekçesi ile geri çevrilmekte, ya da en kötüsü yan etkileri en fazla olan ve en ucuz ilaçlar yazılarak bir çeşit kobay olarak kullanılıyoruz.

-Doktorlar tarafından reçete edilen ortapedik ayakkabı, gözlük vb gibi ilaç dışındaki tedavi araç ve gereçlerini yıllardır paramızla almak zorunda bırakılıyoruz.

Adalet Bakanlığı, talebimizi “Genel bütçeden bize sadece ilaç için ödenek tahsis edilmektedir” diyerek karşılamıyor. 2006 tarihli “Ceza ve Güvenlik Tedbirleri Hakkında Tüzük”ün 120/4 maddesine göre Sağlık Bakanlığı karşılamak zorundadır diyerek bizi oraya yönlendiriyor.

Sağlık Bakanlığı da karşılamıyor. 2006/49 sayılı “Hakkında Tedaviye ve Denetimli Serbestlik Tedbirine Hüküm Edilen Kişilerin Tedavi Giderleri” başlıklı genelgesinin F bendine göre,  “Biz değil, Adalet Bakanlığı karşılamak zorundadır” diyerek başvurumuz reddediliyor.

Ankara Numune Hastanesi’nde verilen kurul raporunda kullanmak zorunda olduğu belirtilen ortapedik ayakkabı ve parmak arası aparatının alınmasını isteyen Selmani Özcan ve verilen gözlük reçetesinin yaptırılmasını isteyen Dursun Kaş arkadaşımız bir yıldır bu şekilde oyalanıyorlar. Talepleri hala karşılanmadı. Hangi bakanlık tarafından karşılanacağı bile belirsiz.

15-Yazdıklarımızın, çizdiklerimizin çoğu “Sakıncalı” denilerek sansürlenip imha ediliyor. Örneğin,

-134. Sayısı yayınlanan aylık Vız Gelir isimli mizah dergisinin istinasız her sayısında en az 25-30 sayfa hakkında imha kararı alınmıştır.

-Normal posta yoluyla yolladığımız ve bize gönderilen mektupların bir bölümü yerine ulaşmıyor, kayboluyor. Bundan dolayı mektuplarımızı daha pahalı olan APS ve tahahüttlü olarak göndermek zorunda kalıyoruz.

-Kürtçe yazılan mektupların çoğu kaybedilmekte ya da Kürtçe bölümleri kesilerek yollanmaktadır.  En son Cihan Karaçöl arkadaşımızın vasi Banu Yıldız’a 21.12.2011 tarihinde yolladığı mektubun Kürtçe bölümleri kesilerek gönderilmiştir.

16-Belli periyotlarla yemeklerin kalitesi düşürülüyor. Belli bir kaloriyi tamamlamak adına oldukça yağlı yemekler üretiliyor.

Özellikle şeker ve tansiyon hastaları hapishanede sıklıkla görülmesine ve bu durum bilinmesine rağmen bu hastalık için özel diyet yemekleri yapılmadığı gibi yapılan yemeklerde bu hastaların yemesine elverişli yapılmıyor. Mesela, tuzlu, acılı ve ya bol patatesli vb. Ayrıca hazır gıda sektörü oldukça ilerlemiş olmasına rağmen bu hastaların, yiyebileceği gıdaların kantinde satılmasının olanakları da bilinçli olarak engelleniyor. Birçok hapishane kantininde satılan sucuk, hazır tavuk, et döneri, hazır balık (suda iki dakika kaynatılarak hazırlanılıyor) konserve çeşitleri vb yine tutsakların yenilemeyecek yemekleri yıkayıp, ayıklayıp yiyebilecekleri hale getirmelerini sağlayan semaver birçok F Tipi’nde Bakanlığın da izni ile satılıyorken burada tüm ısrarlara rağmen satılmamaktadır. Tüm bunlar hastaların kendi imkanları ile beslenmeleri engellemek amaçlıyken yeni gelen 1. Müdür var olan olanakları da “Lüks bunlar” diyerek meyve-sebze, börek, simit, tatlı vb malzemelerde de sınırlamaya gidip kendisinden önce satılanları da engellemeye başladı.

17-Hastane sevkleri geç çıkıyor. Hastalanıp sevk yaptırmamızdan ancak aylar sonra hastaneye gidebiliyoruz. Geçmiş yıllara oranla azalsa da hala bazen kelepçeli muayene dayatması ile tedavimiz engelleniyor.

18-Hastane, mahkeme gidiş gelişlerinde bazen başka birine kelepçeleme gibi gayri insani uygulamalar dayatılmaktadır. Bazen de ellerimiz arkadan kelepçelenmek istenmektedir. Bu dayatmaları kabul etmediğimizde ise askerin saldırısına uğruyoruz. Asker hem zor kullanarak ellerimizi kelepçeliyor hem idareye disiplin cezası verdiriyor. Hem de savcılık Asliye Ceza’dan dava açtırıyor. Örneğin, 2009’daki bir olayla ilgili olarak savcılık, 2012’de ancak soruşturmaya yer olmadığı kararı vermiş, Yaşar İnce ve Tayyar Eroğlu adlı arkadaşlarımızın işkence nedeninin suç duyurularını reddetmişken, aynı olayda yaralandığı iddia olunan askerleri bahane ederek Esas No 2012/199 olan 2012/62 nolu iddianame ile arkadaşlarımız hakkında bir yıldan üç yıla kadar hapis istemi ile Asliye Ceza Mahkemesi’ne dava açmıştır. Bu olayın aynısı başka tarihteki bir olay nedeniyle Mesut Deniz hakkında da açılan davada görülmektedir.

Yine 22 Mart 2012 günü hastaneye giden Cihan Karaçöl isimli arkadaşımıza da sevk dönüşü ring hücresinde askerler tarafından saldırılmış, ters kelepçe takılmak istenmiştir. Ring hücresi içinde bulunan kamerayı kapattığı gerekçesi ile müdahale eden askerlere arkadaşımız yıllardır devam eden uygulamayı ve nedenlerini anlatmaya çalışmasına rağmen müdahale saldırıya dönüşmüştür. Arkadaşımıza dönük saldırı sonrası oluşan darp izleri olay günü hapishaneler “Kampüsü”nde bulunan sağlık merkezindeki doktor, diğer günü ise hapishane doktoru tarafından rapor edilmiştir. Yaptığı işkencenin farkında olan saldırgan askerler, işkenceyi örtmek, ön almak telaşı ile itiş-kakış sırasında bir askerin parmağına oluşan küçük bir çiziği doktora rapor ettirerek kendini aklamaya girişmiştir.

19-Yaşanan sorunların tek kaynağı hapishane idaresi değildir. İdareyi denetlemekle sorumlu tutulan savcı, İnfaz Hakimliği ve Ağır Ceza Mahkemesi’de yaşanan sorunlarda pay sahibidirler. Örneğin, her personelin keyfine göre düzenleyebileceği ve çoğunlukla personelin kendini kurtarmak adına yalanlarla doldurduğu “tutanak”lar geçerli tek resmi belge ve delil kabul edilerek, idarenin uygulamalarına zemin hazırlanılıyor. Böylece, savcı ve mahkemeler kendilerini hapishane idaresinin birer noteri haline getirmekte, her karar aynen onaylanmaktadır.

20-2010 yılında geçmişe dönük disiplin cezaları ile ilgili bir yasa AİHM kararları nedeniyle çıkarıldı. Fakat bu yasanın gereği olarak göstermelik 3-5 dosya görüldü. Ve geçmişe yönelik birçok dosya hala görülmedi.

Yukarıda bazılarını sıraladığımız örneklerden de anlaşılacağı üzere, idare burada yaşamı işkenceye çeviren keyfi uygulama ve hak gasplarını kural haline getirmiş durumdadır. İdare, bu pervasızlığı yaptıklarının tamamının iktidar tarafından görmezden gelinmesi, onaylanması ve ödüllendirilmesi sayesinde sürdürmektedir. Ve bunlar, iktidarın başta devrimcilere olmak üzere işçisinden öğrencisine, köylüsünden emeklisine, öğretmeninden avukatına, mühendisinden doktoruna, Kürtünden Alevisine halkın her kesimine yönelik sürdürdüğü sistemli saldırıların bir parçasıdır, yansımasıdır.

Amaç, boyun eğdirmek, biz siyasi tutsakları kimliksiz, kişiliksiz hale getirmektir. Buna izin vermeyeceğiz. Düşüncelerimizi savunmaktan, siyasi kimliğimizi ve onurumuzu korumaktan ve tecrit zulmüne karşı direnme hakkımızı kullanmaktan asla vazgeçmeyeceğiz.

 

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu