Makaleler

Seçici hafızalar – Omar Robert Hamilton (Mada Masr)

Ne Muhammed Mursi ne de Mısır ordusu taraftarıyım. Kendimi iki kamptan birine yerleştirmek hiyerarşi, patriarka, kapitalizm, gizlilik ve şiddete bağlılık belirtmek olur. Ordu ve Müslüman Kardeşler Mısır toplumunu kapsayan iki kutup değiller; kapsamlı yurtiçi ağlara, uluslararası bağlantılara, şeffaf olmayan iş çıkarlarına ve piyade lejyonlarına (milis güçlerine) sahip iki elitist örgütler. Ve yine de, uluslararası basında, okurlara yeniden ve yeniden, bu yanlış ikilem sunuluyor.

Mısır nüfusunun büyük çoğunluğu, sadece yirmi ay önce Maspero’da protestocuları ezen zırhlı araçları alkışlayarak, bir süre önce ulusal bir amneziye yenik düştüğünü gösterdi.

Diğerleri Müslüman Kardeşler’in pompaladığı meşruiyet ve şahadet söylemi ile ateşlendi. Devlet medyası hiç bu kadar mezhepçi, bağımsızlar ise ardından gelen orduyu memnun etmeye hiç bu kadar meyyal olmamıştı. Ve daha önce güvenilir olan yabancı basın kuruluşları da perspektiflerini yitirmiş görünüyor.

Örneğin İngiliz gazetesi The Guardian, ilk 18 günlük devrim süreci boyunca güvenilir bir haber kaynağı olarak rolünü gururla şişirdi ve gerçekten de muazzam iş çıkardı. Ancak Müslüman Kardeşler’in seçilmesinden bu yana, Müslüman Kardeşler’e saygı ile demokrasinin gerekli zorlukları üzerine üstten konuşmaları ve seçim sandığının mutlak kutsallığını düzenli olarak karıştıran, kafa bulandırıcı bir editoryal hat izledi.

Dünkü Serbest Yorum bölümünde, Mursi’nin yatırım bakanı olan ve Mursi’nin “tek bir misyonu olduğunu, onun da iktidarın barışçıl şekilde el değiştirmesi için istikrarlı, sürdürülebilir mekanizmalar kurmak olduğunu” yazan Yahia Hamed’e ayrılan yeri görünce şaşırdım. Makale tekrar tekrar Mursi’nin demokrasiye olan fanatik bağlılığından söz ediyor ama Mursi’nin söz konusu demokratik inancının gereği olarak attığı tek bir somut adımdan bile bahsedemiyor. Bir tane bile.

Çünkü hiç yok. Şimdi iktidardan devrilmiş olan Müslüman Kardeşler durmaksızın ‘demokrasi’ ve ‘meşruiyet’ sözlerini tekrarlıyorlar, ancak bu tarih ve dil suiistimaline karşı çıkılmalı. Mursi’nin meşruiyeti, Müslüman Kardeşler milislerinin geçtiğimiz Kasım’daki oturma eylemlerinin üzerine salındığı an, Muhammed el Guindy’nin bir polis işkencehanesinde son nefesini verdiği an ve dört Şii’nin linç edilmesi hükümetten tek bir eleştiri bile almadığı an bitmişti.

Müslüman Kardeşler yönetimi altındaki demokrasinin, Mübarek veya SCAF dönemindekinden hiçbir farkı yoktu, onlara muhalefet etmek, onlardan farklı düşünmek hayatınızı riske sokmak demekti.

Ve eğer Mursi’nin demokratik sürece bağlılığını değerlendirmek istiyorsak, bir devrim sonrası anayasasının yüzde 33 katılımlı bir seçimin sadece yüzde 64′ünün onayı ile nüfusun tamamına nasıl dayatıldığını hatırlayalım.

9 Temmuz tarihli bir başyazıda, Guardian şunu yazdı: “Bizim belirlediğimizsayılara göre, protestoların iki haftasında, Muhammed Mursi dönemindeki bir yıldakinden daha fazla Mısırlı öldürüldü ve yaralandı.”

Başyazının söylemediği ise şu: Bu dönemde en az dokuz kişi Müslüman Kardeşler merkezinin içinden ateş açan bir silahlı adam tarafından öldürüldü, sekiz kişi, Müslüman Kardeşler taraftarı protestocular tarafından öldürüldü ve ülkeyi kasıp kavuran bir mezhep kavgası dalgası söz konusu: Luxor’da dört Hıristiyan’ın öldürülmesi ile bugüne kadarki en berbat dönem. Ölü sayısı daha yüksek ve artmaya devam ediyor, yalnızca ordu tekrar sokağa indiği için değil, Müslüman Kardeşler silahlandığı, öfkelendiği ve geri adım atmayacağı için de.

Silahlı Kuvvetler ve Müslüman Kardeşler’in ikisinin de ellerinde kan var ve ikisi de şiddeti yükseltmeye kararlı görünüyor. Ve şüpheniz olmasın, devrim için nihai ve en ağır tehdidin ordu olduğunu, en gaddar ve en iyi donanımlı örgütün ordu olduğunu, ülkenin derin sorunlarının en büyük suçlusunun ordu olduğunu biliyoruz.

Ancak bu, Batı’daki liberal basın kuruluşlarının, Müslüman Kardeşler’i, evinde zulme uğrayan Müslümanları savunma alışkanlığında olduklarından azizleştirmeleri gerektiği anlamına gelmiyor. Ne ordunun ne de Müslüman Kardeşler’in, halkın “ekmek, özgürlük ve sosyal adalet” taleplerini yerine getirmeye ilgileri var. Bunu biliyoruz. Bilmediğimiz şey, halkın sonraki adımda ne yapabileceği.

En büyük bilinmeyen halk. Halk iki buçuk yılını politikadan başka bir şey konuşmadan geçirdi. Bu yüzden İngilizce yazan yorumculardan bize “demokrasinin nasıl işlediğini” söylemeyi bırakmalarını istemek fazla mı?

Çünkü, durduğumuz noktadan, Yunanistan’ın haraç mezat satışı, banka iflasları, seçim adaylarının titanik reklam bütçeleri, Tory Old Boy’s Kulübü hükümetinin ve lobilerin görünmez eli, hiç kimsenin demokrasisinin düzgün çalışmadığının sadece birkaç ipucu.

Ve, meşruiyetin mutlak belirleyicisi seçim sandığı ise, Mısır’a askeri yardıma devam edilip edilmeyeceğinin belki de ABD vatandaşlarına oylattırılması gerekir.

Ya da David Cameron’un cici silahlarını satmak için sonraki seyahatini nereye yapacağına İngiliz vatandaşları karar versin? Dünyanın hiçbir yerinde adil ve işleyen bir sistem yok. Mısır’ınki en azından değişim içinde ve hükümeti tir tir titriyor. Ve halk, gerçekliğine boyun eğmek zorunda olmadığına inandığı sürece, geleceğine kendisi adına karar verilmediğine inandığı sürece, yeni bir şey mümkün demektir.

Bu makale nezaket ve saygıdan ötürü önce The Guardian’a gönderildi ancak reddedildi.

Çarşamba, 10 Temmuz 2013 – 13.46

Mada Masr

* Dunyadanceviri.wordpress.com’dan alınmıştır

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu