DerlediklerimizGüncel

Önder Öndeş | Biz sizinle niye dans edelim ki?

"Ya kadınlar parmak sallamayacak ya da sen parmağın sallandığı yerde durmaktan vazgeçeceksin, eğer mümkünse biraz insan olacaksın. Hayli zor görünse de ikinciyi denemekte yarar var."

Bazen sosyal medyada birileri “tımarhanede bugün” diye başlık atıp son 24 saatte olup biten ve artık hakikaten normal saydığımız şeyleri sıralıyor ya, insanın hiç gülesi gelmiyor artık. Karton kutulardan Çin Seddi yapıp devirenler bile o kadar ilgi çekmedi düşünün; o kadar alışmışız.

N’oldu şimdi Cebeci’de? Aslan parçaları dizildiler bir pankartın arkasına, sabırları taşmış demek, ortada ciddi bir beka sorunu varken evde oturmayı içlerine sindirememişler. “Dans adı altında devlet düşmanlığı yapılmasına izin vermeyeceğiz” diye son yılların en aptalca gösterisine imza atmayı başardılar böylece ve “Türk kadınını bataklığa çekme çabalarına” son verdiler!

Berikiler de boş durmadı bu arada, eylemi biraz renklendirdiler boyalarla filan. Hayda gözaltılar, “boyalı su kullanmak suretiyle halkın bir bölümünü öteki bölümüne köpürtme” suçundan işlemler, vs… Te Allahım ya!

Bunların abileri vardı eskiden; yani bunlar hep vardı da mitoz mayoz çoğalıp durdular elli yıldır ama onlar daha bir fesat ve daha bir akıllıydılar sanki. Yok, vazgeçtim, akıllı sayılmazlardı da, yerleri dardı biraz. Yani ortalık çok karışıktı, devrimci hareketlerin yel gibi estiği, sokakların dolu dolu olduğu zamanlarda yine bazı alanlarda şarlatanlık yapabilirdiniz ama tımarhane arazisi henüz bu kadar genişlememiş olduğu için sadece fesatlık vardı, komikliğe yer kalmıyordu.

İlk zamanlarda Söke mağaralarında “Şu İbrahim’i öldürsek mi ne yapsak” diye tartışırlardı mesela. Daha sonraları da çarşaf çarşaf manşetlerle devrimciler ihbar edilirdi, şemalar fotoğraflar yayınlanır, ok işaretleri çıkarılırdı isimlerin üstüne. Bilgisayar oyunları yoktu ama gazetelerden ciddi ciddi ordulara emirler yağdırılıp Rus sınırına yığınak yapmaları istenirdi. Sonra sıkıyönetim mahkemelerinde de ağlanırdı bir güzel, “ama bakın Apocuların iddianamesini bizim sayemizde hazırladınız” diye heyet üyelerine sitem edilirdi. Bu kadar cozutmamışlardı yani. Ya da belki ben yanılıyorumdur, arada bir şeyleri kaçırdıysam artık.

Ama bir şey kesin, negatif yönden bir ‘vardık, varız, var olacağız’ hikâyesidir onlarınkisi. Takdir edilesidir ki, hep vardılar ve var oldular. Dahası, zerre şaşırtmadılar izleyenlerini. Şunun bunun için ‘dönek’ dediğimiz olduysa da onlar için bu sözcüğü hiç kullanamadık. Yüksek hızla dönen nesnelerin sabit görünmesi gibi hep yanılttılar retinamızı.

Patinajdan çıkan enerji ayakta tuttu onları her zaman; “her şeyi tabiattan bekleme, kendi yelkenini kendi üfürüğünle doldur, yetmiyorsa yellen” prensibiyle azimle çalıştılar ve beton delemedilerse de ‘sıfıra sıfır elde var sıfır’ olmadı sonuç. O kadar çok sıfır da yeterince biriktirilir ve alttan üstten yanlardan yeterince sıkıştırılırsa, iyi kötü bir asal sayı elde edilebilirdi çünkü. En azından teorik olarak!

12 Eylül hapishanelerinde “ama biz devlete hizmet ettiydik, niye böyle oldu ki” diye cıvıldaşan Ülkü Ocaklılardan geçilmezdi bir vakitler, onların bile bazılarının aklı başına gelir gibi olup kenara çekildiler ve fakat devletin salaklar kontenjanı hiç boş kalmadı. Mavi Marmara ahalisine “bana mı sordunuz giderken” denildi de ne oldu ki?

Yenikapı’ya koştur koştur gidene “Gelmeseydin birader” denilince adamın beynine daha fazla oksijen mi gitti sanki? Aha şimdi İdlib’deki ezikler mesela. Ölen ölsün kalanları Libya’da telef ederiz denildiğinde alınıyorlar mı hiç?

81-82’de filan işkencenin gırla gittiği hücrelerde kana doymamış bir faşistle bir arkadaşım aynı hücrede bulunmak zorunda kalmışlardı da hikâyesini sonradan dinlemiştim. Herif ikide bir de hücre mazgalına çıkıp diğer hücrelerdeki faşistlere uzun uzun Ebced hesabını anlatıyor ve bu hesaba göre en çok bir yıl içerisinde “Mehdi Hazretlerinin gelip bütün mazlumları kurtaracağını” vadediyordu.

Zaten tabanlarımız çatlak patlak, üstüne bir de gün yirmi dört saat karmaşık bir sayılar sisteminin ayrıntılarını dinlemekten şuramıza gelmişti. Sonunda sormuş arkadaşım, nedir bu Ebced meselesi diye. Cevap aynen şu: “Ya bu şerefsizlere gaz vermesem yakacaklar savcılıkta beni!

İnsan evladı işte… Güzelim tahin helvasını direkt yemek yerine önce put yapıp sonra mideye indiren bir mahlûktan ne beklenebilir ki?

Netice itibarıyla, en azından şu doğru: Bu dans işi sıkıntılı iş. Hele öyle parmak sallamalar filan da olunca, alınganlık yaratıyor demek. Bunun iki çözümü var: Ya kadınlar parmak sallamayacak ya da sen parmağın sallandığı yerde durmaktan vazgeçeceksin, eğer mümkünse biraz insan olacaksın. Hayli zor görünse de ikinciyi denemekte yarar var.

26 Aralık 2019 yeni Yaşam 

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu