GüncelMakaleler

DENGÊ AZADÎ | Arap Devletlerinde Yeni Kuşak Etkisi

"Soğuk savaşın katı ve kutupsal politik dengeleri yerine daha karmaşık ve çok boyutlu dengeleri esas olan yeni nesil yöneticiler, gıda ve teknolojik ürünlerde de tek bir emperyalist devlete bağımlı olmamaya çalışıyor."

Yaklaşık 400 yıl boyunca Osmanlı Devleti’nin egemenliği altında yaşayan Araplar, İngiltere ve Fransa emperyalistlerinin 1916’da Ortadoğu’yu işgal etmesi sonrası, bu hegemon güçler aracılığıyla sömürge ve yarı-sömürge devletlerine sahip oldular. Tek ve güçlü bir Arap devleti istemeyen bu hegemon güçler, Araplar arasındaki aşiret/kabile eksenli güç savaşlarını da kullanarak, pek çok aşiret/kabile devleti kudurtmuştu.

Günümüze kadar bu kabile devletlerine uygun bürokrasi, yönetim ve egemenlik hakim olduysa da, küresel çaptaki altüst oluşlar, petrol gelirlerinin azalması, iki kutuplu dünyanın yerini karmaşıklaşmış güç dengelerine bırakması vb. sebeplerin yanısıra, çoğunluğu batıda yetişmiş yeni nesil bir Arap yönetici kuşağın da etkisiyle Arap devletlerinde yönetim tarzı değişmeye başlamıştır. Arap devletlerinde hakim olan gelenekçi, kutupçu, kabileci, rantiyeci yönetim anlayışında çatlaklarla, yeni neslin etkisini gösterdiği bir yönetim ve devlet tarzı gelişmektedir. Özellikle son 10 yılda Arap devletlerinde yaşayan değişimleri bu açıdan da değerlendirebiliriz.

Arap devletlerindeki yönetim ve bürokrasinin merkezileşip deneyim kazanmasının çoğunlukla soğuk savaşın kutupsallığı ve güç dengelerinde gerçekleşmesi sonucu, bu kuşağın yönetim anlayışı ve devletleşme tarzı da bu kültürel-politik iklim içinde biçimlenmiştir. Arap devletleri AB devletleri ile ABD tarafında yer alarak, soğuk savaşın iki kutuplu dünyasında sosyalist blokun karşısında konumlandılar.

İkinci Paylaşım Savaşı sonrasında İngiltere’nin zayıflamasının da etkisiyle ABD güdümüne giren pek çok Arap devleti, sosyalist blokun kuşatılması ve zayıflatılmasında aktif rol almıştı.

Ortadoğu’nun sosyal dokusunun en önemli kısımlarından birisini oluşturan aşiretçilik/kabilecilik, ataerkil, bölgeci ve güce tapınan bir yönetim geleneği ekseninde öteki aşiretleri rakip görebildiği için emperyalistlerin, aşiretler arası rekabeti kullanması ve aşiretlerin büyük bir güce yaslanarak güçlenme eğilimlerini sürekli gözetmesi sonucu, aşiretlerin emperyalizm tarafından kullanılmasının görece kolay olduğu söylenebilir.

Kısa bir sürede petro dolarlarla zenginleşen ve güç zehirlenmesiyle dünyanın en büyük lüks tüketim malları pazarına dönüşen Arap devletleri yöneticilerinin bu niteliğinin, emperyalistler tarafından yönetilmelerini daha da kolaylaştırdığı söylenebilir. Güç hırsı ve lüks tüketimle kendini tanımlayan Arap yöneticiler, bir günde milyonlarca doları kumarda kaybediyor; kahvaltılık peynir almak için özel jetlerini Paris’e yolluyor; onlarca kadından oluşan haremleriyle erkekliklerinin “gücü”nü dünyaya “ispatlıyorlar.” Diğer taraftan Pentagon ve CIA’nın pek çok operasyonuna alenen destek vererek dünya siyasetinde taraf ve güç olduklarını göstermekten çekinmiyorlardı.

1970’lerdeki petrol krizi Arap devletlerinin daha çok zenginleşmesini sağladı. Buna paralel bölge ve dünya siyasetinde daha çok aktifleşen Arap devletleri Körfez İşbirliği Teşkilatı (KİT), Arap Birliği gibi kuruluşlar aracılığıyla etkinliklerini genişleterek hızlandırdılar. Hem Ortadoğu, hem Orta Asya, Afrika, Orta ve Güney Amerika, Güneydoğu Asya’daki birçok gerilime, çatışmaya, bölgesel/yerel soruna ABD aracılığıyla dahil olan Arap devletleri, askeri olarak da ABD’ye bağımlı olduklarından dolayı Filistin sorunu gibi kendi etnik ve dini kimlikleri dolayımıyla destek verdikleri bir sorunda bile –açıktan olmasa da- İsrail Devleti’ni onaylamaktan geri durmamışlardı.

Arap devletlerinin gelenekselci kuşağının şatafatlı dönemi 1990’larla birlikte sallanmaya başladı. Petrol gelirleri azalmaya başlaması, sosyal emperyalist blokun dağılmasıyla küresel güç dengeleri farklılaşmış, İran Devleti’nin 1979’da ABD’nin himayesinden kopmasının da etkisiyle Şii-Sünni kutupları ekseninde bölgesel güç dengeleri yeniden oluşmuştu. İyice yaşlanan eski kuşağın yeni döneme uyum sağlaması pek kolay olmadı. Ancak yeni nesil yöneticiler bu boşluğu yavaş yavaş doldurmaya başlamıştı.

Yeni nesil Arap yöneticiler, 1990’ların dünyasında yeni iletişim ve ulaşım araçlarının dünyayı hızlandırıp geleneksel bağlardan daha fazla kopardığı ve toplumlar arası etkileşimlerin çok geniş/hızlı olduğu bir ortamda büyümüştü. Yanısıra bu yeni nesil yöneticilerin çoğu Avrupa ya da Kuzey Amerika’da eğitim görürken modernist bir sosyal çevre ve zihniyete de kavuşabiliyordu. Bunların da etkisiyle yeni nesil yönetimin devraldığı devletlerde pek çok değişim gerçekleştirdiği söylenebilir.

Petrol gelirlerinden, önceki kuşak kadar medet ummayan yeni nesil yöneticiler, halen elde bulunan petrol gelirlerini kullanarak, petrolsüz bir geleceğe hazırlık yapmaya başladılar. BAE, Katar, Kuveyt, Bahreyn ve en son olarak S. Arabistan devletleri, ülkelerini turizme açtılar. Bunun için milyarlarca dolarlık yatırım yaptılar. Kadınların başörtüsü ve pardösü vb. giysilerle dolaşmasının yasal olarak da zorunlu olduğu bu ülkelerde, belirli bölgelerde (sahil, otel vs.) kadınların bikini, erkeklerinse şort/mayo ile gezinmesine izin verdiler.

Önceleri kafirlik, şeytan işi vs. sayılan bu tür giyim tarzı, dinen caiz (meşru) sayılmaya başlandı. Zaten bütün Arap ülkelerinde çok uluslu şirketlerin ve emperyalist devletlerin kendilerine bağımlı kıldığı şeyhler aracılığıyla işleyen bir “fetva piyasası” mevcut olduğu için, yeni yasal düzenlemelerin dine uygunluk belgesi (fetva) alması zor olmamıştır.

Turizmin yanısıra özellikle Bahreyn ve BAE, bölgenin finans merkezleri olarak ortaya çıkarken, bölgesel güç olarak bütün Arap Yarımadası’nda etkili olan S. Arabistan Devleti de turizm ve finans sektörüne ek olarak yeni ve modern şehirler kurma, orduyu modernize edip ABD’nin güdümünden çıkartma ve ticareti çeşitlendirme yönelimine de girmiştir. S. Arabistan Devleti, D. Trump döneminde ABD’yle110 milyar dolarlık silah anlaşması yaparken; Çin’le –gizlice- füze geliştirme antlaşması ve füze üretim tesisi gerçekleştirmiştir.

1. Arabistan, hala Çin emperyalizminin en önemli petrol tedarikçilerindendir. BAE ise ABD yerine Fransız emperyalizminden savaş uçağı alarak ordusunu modernize ederken; diğer Arap Devletleri de çok kutuplu dünyada çok yönlü politik dengeleri gözetmeyi esas alıyorlar. Arap Devletlerinin çoğunluğu hala ABD’nin ve AB’li emperyalistlerin hegemonyası altında bulundukları halde, bu bloka rakip olan Çin ve Rusya emperyalistleriyle ekonomik, askeri ve politik ilişki geliştirmeye başladılar.

Soğuk savaşın katı ve kutupsal politik dengeleri yerine daha karmaşık ve çok boyutlu dengeleri esas olan yeni nesil yöneticiler, gıda ve teknolojik ürünlerde de tek bir emperyalist devlete bağımlı olmamaya çalışıyor. Çoğunluğu çöl olan Arap Yarımadası, yeterli tarım arazisine sahip olmadığı için yeni nesil yöneticiler, Türkiye dahil birçok ülkede tarım arazisi satın alıp şirketler kurdular. Yeni nesil şehirleşmelerle yeni nesil enerji (yenilenebilir enerji) ve tarıma da ağırlık veren bu yeni kuşak, kendine yeterliliği artırıp dışa bağımlılığı azaltan bir eğilimi esas almaktadır.

Yıllardır Filistin sorununu ülke içi politikalarda kullanan eski kuşak Arap yöneticilerin aksine, yeni nesil, İsrail Devleti’ne alenen destek verdi.  2020 yılında BAE’nin başlattığı “normalleşme” adımları sonucu, Körfez Arap Devletleri de İsrail Devleti’ni tanıdı. 2020 yılına kadar İsrail’i tanıyan Müslüman çoğunluklu üç ülke (Türkiye, Mısır, Ürdün) varken; şimdi Arap devletlerinin büyük çoğunluğu, İsrail’le normalleşerek, politik arenadaki hareket alanlarını genişletme eğilimine girdi. Çok kutuplu dünyanın karmaşık güç dengelerine uyum sağlamaya ağırlık veren yeni nesil Arap yöneticilerin aşiretçi/kabileci bir ulus devlet yerine modern, milliyetçi bir ulus devlet inşası için adımlar attığı iddia edilebilir. Ancak bu adımların, kurumsal gücünü koruyan monarşik rejimlerin direnciyle zayıf kaldığı da söylenmelidir.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu