Makaleler

YABANCILAŞMA ÜZERİNE

-İnsan Neden Yabancılaşır? Ya da Sorunun Ortaya Konuluşu!

Aydınlatılan nesnenin rengi, kendisini aydınlatanın rengini alır.”(Leonardo da Vinci)(1)

Kapitalizm yaşadığımız toplumu talan ederken, insan kişiliğini ve benliğini de yok etmeye çalışıyor. Toplumsal bir hayvan olan insan, toplumsal özünü yitirerek özel mülkiyet dünyasında bireyselleşiyor. Olgular/olayları parçalarına ayırıyor ya da sadece parçasal açıdan bakıyor. Parçaya takılan birey bütünü göremiyor. Bir olguyu bütünüyle ele alamayan birey, kendisine en fazla yarayan parçayı alıyor. Ve düşünce sistematiğini ona göre şekillendiriyor. Parçadan aldığı “haz”ı bütünden alamıyor. Çünkü bütündeki algısallık “parça”sında yok. Parça bütün diyalektiğinin en önemli özelliği bir olguyu algısal dünyamızın tüm sınırlarını zorlayarak bütün üzerinden ele almaktır. Eğer ki: parçada eksik/gedik bir şey varsa, uygun müdahalelerle durumun düzeltilmesi için çaba sarf edilir. Ama “parça” da böylesi bir kavrayış yoktur. Sorunsuz olan alınır. Peki, sorunsuz parça gerçekten bireyin gerçekliğini ifade eder mi? “Anlık” yaklaşım bazında “evet” diyebiliriz. Fakat genel yaklaşım içinde parçayı tüketeceğinden bütünün değerlerini göremeyecek.

“Bilinç hiçbir zaman bilinçli varlıktan başka bir şey olamaz. Ve insanların varlığı, onların gerçek yaşam süreçleridir.” (Karl Marx-Alman ideolojisi)

İnsanların “gerçek yaşam süreçleri” yani maddi yaşamları bilinçlerini belirler. Bireyin parçasal algısı kapitalist üretim biçiminde saklıdır. Kapitalizm üretim aşamasını toplumsallaştırıken yani fabrikalarda, üretim merkezlerinde dağınık olan insanları bir araya getirirken, üretim sırasında ‘’iş bölümü’’ yle yaşamlarını bilir, bir alan üzerinde yoğunlaşmasını sağlar.Bu tek üretim bandındaki yoğunlaşma, zaman içerisinde ürettiği bütüne-ürüne yabancı olmasını sağlar. Çünkü bütünün parçasını algılıyor. Yarattığı bütünü görmesini engelliyor. Yaşam içerisinde de kendine ait olan en yakın parça üzerinden temasa geçiyor. Ancak ve ancak sistemin ona dokunduğu zaman tepki veriyor. Ya da görmezden geliyor.

Sorunu biraz daha açarak devam edelim…

“İnsanın özü ‘insan doğası’ tek tek bireyin doğasında bulunan bir soyutlama değildir. Bu öz kendi gerçekliği içinde toplumsal ilişkilerin bütünüdür.’’(Age) Marx burada insanı bir bütün olarak ele almakla beraber onun yaşantısını, toplumsal ilişkilerin, onun içinde bulunduğu durumun sonucu olduğunu ifade eder. Bireyi bir bütün olarak değerlendirip onun yaşantısının düşünüş yöntemlerine yansıdığını savunur.

“Tüm toplumsal yaşam, özünde pratiktir.” Toplumsal pratiğin akışının bilinçli değişimiyle beraber insan doğası zaman içerisinde insana ait onlarca özelliğe yabancılaşıyor. Görmezden gelir. Duymak, görmek, hissetmek, ya da temas halinde olmak istemiyor. Çünkü makineleşmeye başlamıştır. “Kişinin kendi yaşamını kendi nesnesi yapmak için kişinin yaşamı sermayesinin nesnesi haline gelir.”(KARL MARX-ALMAN İDEOLOJİSİ)

Ve devam eder Marx…

“İnsanın kendi ürettiği ürünle olan ilişkisinde, İnsanın kendi üretkenliğiyle olan ilişkisinde,

İnsanın kendi türsel varlığı ile olan ilişkisinde, İnsanın diğer insanlarla olan ilişkilerinde ortaya çıkmaktadır.” (Age) bu dört noktada yabancılaşma ortaya çıkar.

Genel olarak kapitalist topluma baktığımızda insanlar kendilerine, doğaya, çevresine ve bireye yabancıdır. Toplumsal yaşamda ve bilinçte ayrışmıştır. En insani davranışlar bile farklı görülmektedir. Bu durum egemenler tarafından ayrıştırılarak yönetmenin kolaylığını sağlıyor. Ayrıştırılan bireylerin her biri kendi dünyasını kurmuş ve kimseyi de bu dünyanın içerisine sokmak istemiyor. Asıl itibariyle “nesneleşiyoruz” ,karşımızdakini de “nesneleştiryoruz.” Faydalanılacak bir varlık olarak görüyoruz. Fakat şunu anlamak lazım. Etkilendiğimiz alan ne olursa olsun yine yaşadığımız toplumun bize sunduklarıyla sınırlıyız. Kapitalist toplumun da başta insanlığa olmak üzere, doğa da yaratığı tahribat ortadadır.

34Sınıflı toplumların ortaya çıkışından sonra insan doğası hızla tahribata uğramıştır. Devletler ve yönetim biçimleri toplumları, maddi zenginlik kaynaklarını, ürünleri ve insanları insan olarak değil; insanın ihtiyacı kadar değil; onları alınıp satılabilen zenginlik araçları olarak gördü. Buna bir organizma olarak en nihayetinde insanın kendini de kattı. Köleleştirdi. Temas halinde olduğu onlarca yaşamdan ve toplumsal dokudan uzaklaştırarak tek bir amaca hizmet etmesini sağladı. Maddi zenginliği artan ezen sınıflar, bu bağlamın derinleşmesi için bütün mekanizmaları – eğitim,siyaset,yönetim,üretimi- kendi çıkarları için kullanmaya başladılar. Toplumu oluşturan büyük çoğunluk ezilen, edilgen hale geldi. Oysa ki daha önce -üreten,tüketen,yaşamı idame eden- kendi için karar alan ezilenler o andan itibaren “ötekileştiler” , yönetilen pozisyonuna girdiler. Artik kendisi için karar alma olanağı kalmadı. “insanlık tarihi aynı zamanda yabancılaşma tarihidir.” derken Marx köleci sistemden günümüz kapitalist sisteme gelene kadar, bu derin ayrıklığı ifade eder. Devlet toplumuna yabancılaşmış bir organizmadır. Onun içerisinden çıkmış hızla ona yabancılaşmıştır. Toplumdan yabancılaşan devlet “toplum adına” düşünüp,yargılayan,onaylayan pozisyondadır. Onlar adına her şeyi yapan devlet mekanizması onları sadece belli bir alanda faaliyet yürütmekle kısıtlandırdı. Onları yaşamlarını idame ettirmek için çalışmak zorunda bırakarak, sadece üretim aşamasında “görevlendirdi.” Toplumu yönetme işini bu “ayak takımı” nın yapamayacağına kanaat getirdi. Kafası çalışmayan bu ezilenler siyaset,felsefe ve devlet işlerinin altından kalkamaz diye düşünür ve toplumun siyasetle teması sadece oy atmaktan ibaret hale gelir. Çünkü devlet her şeyi düşünüyor!!!

Bu durumda ezilenler “nesneleşir” , özne olmaktan çıkar. Belirleyen değil belirlenendir. Peki, özne kimdir? Kapitalist toplumda özne “sermaye”dir. O çok bahsini ettikleri serbest piyasa ekonomisi! Yani her şeyi belirleyen sermayenin kendisi. Bu sistemin devamı için etkin olan özne sermaye egemenliğinin devamı için ezilen sınıfları nesneleştirmeye emeğini, bilgisini, aklını vb alınıp satılabilen bir meta olarak görür ve dengeyi de buna göre sağlar. “İnsan, insan olarak yoksullaşır.” (Age) “Bu dünyada sahip olduğun tek şey satabildiğin şeydir.” (Arthur Miller) Bu noktada ahlaksal değerler, kişilik, bilinçli yaklaşım, insani değerler boş bir olgudur. Çünkü değerden öte bilgiye ulaşmak ve onu kişisel yükselmenin aracı olarak kullanmak vardır. Ahlaki değerleri olmayan sadece kendini gerçekleştirmek isteyen birey bencilleşir, yalnızlaşır. Birey kendisi olmaktan çıkıp toplumun empoze ettigi reklamsal kişiliğe döner. Kapitalist toplumun her daim empoze ettiği “imaj” bünyesinde, görünüm eksenli bir motif ortaya çıkar. Günümüzde içeriğin hiçbir şey olduğu toplumda bu genel geçer bir kabul haline gelmiştir. Bu kişilikte “meta”nın nesnesi oyuncağı haline gelmiştir. Yaşamdaki ihtiyaçları kendisi için değil, yarattığı kişilik için belirler.

Kapitalist toplumda dikkat edilirse özellikle ‘’meşhur’’ olmayı erken yakalamış bireyler vardır. Bunlar hemen öncesinde içinden çıktıkları toplumdan popüler olmanın ertesinde “intihar” vakalarıyla sık sık karşılaşırız. Bunun sebeplerinden biri de esasta kendi içsel kişiliğiyle, topluma yansıttığı kişinin arasında yaşadığı yaşadığı gel-gitlerdir. Bu “rol” daha fazla dayanılmaz gelir ona. İçine girdiği yaşantının “en beğenileni’’, “en tercih edileni’’, “en önde olanı” olmak yolunda bir yarışma içerisindedir. Rekabet ve ben’i körükleyen bir olgudur bu. Ben ise benciliğin bencililik ise kapitalizmin istediği insan protipidir. Her gün her gün özel mülkiyet ilişkilerine oturmuş kapitalizmi yeniden üretir. Kendi doğasına aykırı olanı yapar ve bu da normal bir şeymiş gibi algılanır.

John Hollaway “Yabancılaşma sınıf mücadelesinin bir ürünü değildir. O, sermayenin var olma mücadelesidir.” diyor. “Yabancılaşma Üzerine Bir Not” adlı yazısında… Kapitalist sistemin devamı için toplumda, özellikle ezilen sınıflar arasında bir uçurum varmış gibi gösterilmeye çalışılan olgular vardır. Aynı fabrikada çalışan Kürt ve Türk ulusuna mensup işçilerin fabrika patronunun sömürüsünü görmeyip Türkün Kürde milliyetçi-şovenist cepheden yaklaşan sokakta öldürülen ya da öldürülmeye çalışılan bir hayvana ağlayan ağlayıp ölen bir gerillanın cesedine “hayvan” diyecek kadar alçalan, yıllarca beraber yaşadığı komşusunu sadece “alevi” olduğu gerekçesiyle baltayla kafasını kesen, akşam bir travestiyle yatıp sabah sokakta gördüğünde ona bıçakla saldıran insanın davranışı neyle açıklanır? Elbette devletin bekası için ideolojik aygıtlarla yapılan saldırıların başarısını gösterir. Sermaye düzenin devamı için ezilenleri asıl sorunlarından uzaklaştırırlar. Toplumu suni gündemlerle meşgul edip asıl meseleler üzerinde düşünmelerini engellerler. Türkün Kürtle, Sünnilerin Alevilerle sorunlarını sanki bu sistemin kendisi yaratmamış gibi toplumu sömürü siteminin çarklarını görmemecesine suni gündemlerle uğraşmalarını sağlar.

yabancilasma3SONUÇ

Marx “1844 El Yazmaları”ında ve ‘’Alman İdeolojisi’’sinde bu erken dönem yazılarında itirazını ifade etti. Kapitalizmin sömürü sisteminde insan bilincinin nasıl etkilendiğini, parçalandığını görmüş ve ezilenler adına bilinçli bir uyanış için etkide bulunmuştur. Ve bu döngüden çıkışın mümkün olan yöntemlerini ortaya sermiştir. Yani sosyalizmi ve komünizmi insanın insanlaşma yolundaki en büyük olgusu olarak görmüştür. Parçalanmış, atomize edilmiş bireyin, kendi kişiliğini bulma çabasıdır onun. Sadece tek bir şey değil, olanak ve yetenekleri ölçüsünde yapabileceklerinin son noktasına ulaşmasını sağlamaktır esas olan.

‘’Bilinç korkunç bir lanettir. Düşünürsün, hissedersin, acı çekersin…’’ (Being john Malkovich-John Malkovich Olmak (1999) filminden)

Evet, bu sistemin içinden çıktık fakat itirazımızı gerçekleştiriyoruz. Bize her seferinde onlarca yolla dayatılan bencilik, bireysellik ve belirsizliğin üzerine aklımızla ve vicdanımızla giderek itirazımızı mümkün kılmaya çalışıyoruz… ‘’Teslim olun’’, ‘’bundan öte toplum yok’’, bu toplum makyajla düzeltilir’’, ‘’kabul edin yaşayın’’ diyorlar… Sıradanlaşmak mı? Asla!!! Yeni bir dünyanın, insan gibi yaşamanın mümkün olduğuna inanıyoruz.

‘’düşünüyoruz’’, ‘’hissediyoruz’’ zihnimizde ‘’acı’’ yı duyumsuyoruz. Çünkü ötemizde yaşayan insanların yaşadığı yoksulluğu, sefaleti, açlığı ve savaşı onların yaratmadığını biliyor bu bakımdan da emperyalist sistemin her çarkını parçalamak için insana ait ne varsa büyütüp geliştiriyoruz.

(1) Aktaran Temel Demirer ozgoruniversite.org ‘’İki aydınlanmacı: Rousseau ve Tanilli” yazısı.

(Bir Özgür Gelecek okuru)

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu