Kültür&Sanat

Yazar olabilmek için kaç zaman öğrenim görmek zorundayım?

Gazetemizin 52. sayısında, güzel ve başarılı bulduğumuz “Yaratıcı Yazarlık Atölyesi” içeriğini ele alan yazıya biz de buradan bir destek sunalım istedik.

Evvela John Howard Griffin’in “Bir gecede yazar olan genç adam” başlıklı makalesinden aktarmak istiyoruz.

“Yapıtları yayınlanan birçok yazar gibi ben de sık sık yaratıcı yazarlık sınıflarında ve konferanslarda ders veriyorum. Bu sayede birçok umut veren yazar adayıyla tanışma şansı buluyorum. Doğal olarak, dürüstçe cevaplamaya çalıştığım birçok soruyla karşılaşıyorum. Beni en çok şaşırtan sorulardan biri ‘Yazar olabilmek için ne kadar süreyle öğrenim görmek zorundayım?’ sorusu oluyor. Bana kalırsa en iyi öğrenim, deneyimdir. Oysa deneyimin ciddiyeti, ya unutuluyor ya da dışlanıyor. Deneyimden bahsettiğim şey, bir yerden bir yere gitmek ya da bir aşktan bir aşka koşmak değildir. Söylemek istediğim şey,  yaşanılan her şeyden bir deneyim kazanmaktır. Deneyim, bir yazar için zihinsel bir davranıştır. Yaşamın en küçük bir anıyla ilgili serüven yaratma yeteneğidir. Belki de çoğu yazarda eksik bir yandır ve eminim ki geliştirilebilir. Belki size bunu en iyisi on sekiz yaşındayken yaşadığım bir olayı anlatarak açıklayabilirim.

Fransa’nın Tours kentinde küçük bir çatı katında yaşayan bir öğrenciydim. Kıştı. Bir öğleden sonra, Kirsten Flagstad’ın, Tristan ve Isolde adlı gösterisi için Paris’e geleceğini öğrendim. Tek bir gala olacaktı ve bir arkadaşım mutlaka izlemem gerektiğini söyledi. Para durumumu gözden geçirdim ve hesap yapmaya başladım. Üçüncü mevkide yolculuk yapıp, en ucuz bileti alırsam, gösteriyi izleyecek kadar para ayırabilecektim. Ancak yiyecek ve yatacak için param kalmayacaktı. Bu, Paris’e gitmek, bir günü aç geçirmek ve köprü altında uyumak anlamına geliyordu. Daha önce hiç böyle bir şey yapmamıştım. Maceracı olmaktan uzak biriydim ve bu yolculuk düşüncesi beni oldukça korkutmuştu. Ancak eğer gitmezsem, tüm yaşamım boyunca pişman olacağımı biliyordum. Gitmeye karar verdim. O gece başıma gelenler, serüvenin ne olduğunu anlamam için yeterli olmuştu ve büyük olasılıkla benim bir yazar olmam da bu serüvenin sonucuydu. Aslında benim yaşadığım bu deneyim gibi, sanırım Dante’den, Hemingway’e kadar birçok yazar da serüvenciliğin etkisiyle yazar olmuştu. Onların bu entelektüel serüvenleri, çalışma masasında en yalnız anlarında bile kariyerlerini etkilemişti.

Serüvencilik, yalnızca serüven ortamlarında bulunmak değil, bizim göremediğimiz bazı anları da serüven haline getirmektir. Bir deneyimi, neyin serüven haline getirdiğini anlatabilmek için, on sekiz yaşımda Paris’te geçirdiğim o geceye dönmek yararlı olabilir. Operada gösteri muhteşemdi. Soğuk ve dondurucu bir gecede, yabancı bir kentte, cebimde geri dönüş biletimden başka bir şey olmadan kalmak zorundaydım. Yürümeye başladım. Tam vazgeçmek üzereyken, sokakta bir adam gördüm ve evsiz birinin nerede uyuyabileceğini sordum. Bana nehir kıyısında Notre Dam tarafından on üçüncü yüzyıldan kalma Cour de Rohan adlı bir yer önerdi. Buranın yoksullar ve evsizler için olduğunu, kapılarının asla kapanmadığını ve kimse tarafından rahatsız edilmeden merdiven altlarından birinde uyuyabileceğimi söyledi(…)

Çevreme bakınca, birçok şey benim için yeniden değer kazanmaya başladı. Üzerinde gezindiğim zeminin sert ve soğuk olmasından onun yedi yüzyıl önce ne ilginç olaylara tanıklık ettiğini düşündüm. Belki de günahkarların ya da azizlerin gezindiği bir zemindi. Yaptığım tek şey, bakış açımı değiştirmekti. Hala zavallı bir durumdaydım ama bunun önemi yoktu. Çevremde gördüğüm şeylere yeni değerler kazandırmaya başlamıştım. İşte serüvenci bir insanla, monoton bir yaşam süren arasındaki fark buydu.

Gerçek bir yazar, her şeyi gözlemleyen bir insandır ve özellikle de kendisiyle ilgili şeyleri gözlemler. Eğer ölümü çok yakınında yaşıyorsa ya da biten bir evliliğin trajedisi içindeyse, tedirgin edici ya da ilginç olaylarla karşılaşıyorsa, bunlar onu zenginleştirecek, bir şeyler öğretecektir. Çoğumuz çok güvenli hayatlar yaşıyoruz. Oysa yazarlar için yaşam sürekli bir eğitim olmalıdır. Yazar, yaşamın her saniyesini anlamlandırmayı öğrenmelidir. Goethe, ‘Yetenek, yalnızlık içerisinde biçimlenir, karakter ise yaşamın akışı içerisinde. Karakter yetenekle birleşince meyvesini verir’ der. Bir daha yağmura yakalandığınızda, yağmurun ne kadar rahatsızlık verici olduğunu düşünmeyip, farklı gözlerle bakmalısınız.

İlk bakışta insanın kendisini görmesi bir yanılsamadır, ancak kendini bilme, tutku daha iyi yazmayı sağlar. Bunlar yazarın doğru kaynaklarıdır. Edebiyat tarihçisi Maxwell Geismar’ın vurguladığı gibi, ‘bu dönemin romancılarının gerçek sorunu çağından kaçmaya çalışmaktır.’ Deneyimleriyle kendilerini geliştirmek isteyen yazarlara tam bir dürüstlükle günlük tutmalarını öneririm. Bir günlüğe duygularını, sorunlarını, tepkilerini, düşüncelerini, tutkularını, düşlerini yazmaları deneyimlerini dile getirmede yardımcı olur.”

Yazar her ne kadar bu alanda ders ve konferanslar vermiş de olsa, en nihayetinde, önemli olanın insanın kendi deneyim ve tecrübelerinin oluşturduğu noktasıdır. Yazarın yaşadığı dönemin ne çok eski ne de yakın bir zaman kapsamadığını biliyoruz. Fakat görülen o ki, bu tarz (Yaratıcı Yazarlık üzerine eğitimler) kurslar vb. çok yeniye dayanmıyor. Bu tarz atölyelerin sıklaşacak gibi bir duruma gelmesi mümkündür. Öyle ki, sadece ülkemiz özgülünde değil, dünya genelinde var olduğunu görüyoruz.

Kapitalist anlayış, her şeyden kâr etme dürtüsüyle mevcudiyetini sürdürdüğü sürece bu tür atölyelerden kazanç sağlayacaksa, hazır ve nazır “girişimciler” bunu büyük bir ekonomik pazar haline getirecektir kuşkusuz ve böyle gelişecek bir öğretim süreci sonucunda ne Orhan Kemal ne Nazım Hikmet ne Dostoyevski ne de Hemingway tarzı yazarların çıkması mümkün olacaktır. Kaldı ki onlar yaşamlarının en zor koşullarını edindikleri tecrübeler ve yaşam gailelerinin onlara sunduklarıyla bu zamana geldiler, kendilerini var ettiler-etmeye de devam ediyorlar. Onların aldığı eğitim, insanların yaşamlarının içinde olmalarıydı. Kendi umutsuzlukları, hüzünleri ve sevinçleriydi. Bu anlamıyla diyebiliriz ki, bu tarz kurslar-dershaneler bunları nasıl sağlayacaktır? Kuşkusuz sağlayamayacaktır. En büyük kurs, eğitim kişide başlar. Kişi kendisinde bunu buluyorsa, hayat akışı olan bir ırmaktır zaten. Tek yapılması gereken şey, o ırmaktan beslenmeyi bilmektir.

Bakın hapishanelere; edebiyat, kültür, sanat vb. alanlarda devrimci tutsakların kendilerini geliştirdikleri en büyük okul durumundadır. Orhan Kemal, Nazım Hikmet ve daha niceleri bu koşulları yaşayarak “büyük” yazar-sanatçı olmadılar mı? Yılmaz Güney, hapishanelerde gördüğü, tanıdığı, beraber yediği-içtiği yoksul insanların yaşamlarından beslenmedi mi? Hiç kimse bunların aksini iddia edemez.

Evet eğitim gerekiyor, fakat nasıl bir eğitim? Esas nokta; yaratıcı yazarlık coşkusunun insanda başlıyor olmasıdır. Bunun için alınacak eğitim okul sıraları veya seminerler değildir. Alınacak eğitim; okumak ve okuduğunu anlayıp bilince çıkartarak oradan süzüp yeni şeyler üretmektir. Eğitim; işçi havzaları, grevler, okullar ve kalabalıkların içinde olmaktır. Doğayı en iyi ifade edip anlatan kişi, onu duyumsayarak, görerek yaşayandır. Gerçeğin içinde olan. Aşkı, kavgayı, açlığı, yoksulluğu yaşamın içindeki kendi varlıklarıyla aktarmaktır doğal ve gerçek olan. Bir ağacın, hafif bir rüzgardaki kıpırdanışı, yarattığı heyecanı, onu gözlemleyerek betimleyebiliriz. Sıralar arkasında olarak değil. İlle de bir eğitim durumu söz konusu olacaksa, bu, ifade gücünü geliştirmek ve güçlendirmek için dilbilgisi ve dilin zengin kullanımına ilişkin bir eğitim olabilir. Bunun için de atölyelere gerek yoktur zaten. Bol bol okuyarak, yetmediği yerde deyimler-atasözleri ve hatta sözlüklere başvurarak etkileyici bir anlatım için kelime hazinesi geliştirilebilir. Bu anlamıyla insan kendi kendisinin atölyesi olur. Kendi atölyesinde, eğitim görür ve hayata yansıtır.

Sonuç olarak; yaşadığımız her yer bir okul, dershane ev kurstur bir nevi. Çıkar amaçlı, sömürü çarkı kurularak bunu hayata geçirenler karşısında ses çıkarılmalıdır. 52. sayıda buna vurgu yapılmıştı, biz de tekrar vurgulamış olalım. Ve yeter ki, alternatif sunabilelim insanlara. Bunu yapabilirsek, başvurduğumuz amaca da hizmet etmiş oluruz. Katkımızı bu şekilde sonlandıralım. Çalışmalarınızda başarılar/Serkeftîn! (Tekirdağ 1 Nolu F Tipi Hapishane’den Tutsak Partizan)

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu